AV.ARİF ALİ CANGI: Paran kadar davacısın
YAŞAM VE HAK SAVUNUCUSU AV.ARİF ALİ CANGI, "Paran kadar davacısın" BAŞLIĞINI ATTI. İZMİR YENİGÜN GAZETESİNDE YAZDI. İŞTE O YAZISI:
İnsan hakları düşüncesi, 2000 yıllık, çağdaş yorumu da 200 yıllık geçmişe sahiptir. 1970’li yıllarla birlikte “çevre hakkı” insan hakları alanında ayrı bir hak olarak tanımlanmaya başlanmıştır. Kısa bir tarihi olmasına karşın, çevre hakkı kavramı, insan hakları anlayışında önemli değişiklikler yaratmıştır. “İnsan merkezli” hak ve özgürlük anlayışından çıkılıp, doğal çevreyi oluşturan tüm bileşenler hakkın öznesi halini almıştı. Bir diğer deyişle, insanların yaşam hakkından, canlı yaşam hakkına doğru genişleme söz konusudur.
Çevre tanımına göre çevre hakkının konusu, insan varlığı ile yeryüzünün tüm canlı organizmalarının yaşamlarını sürdürdüğü biyosfer, insan ve diğer canlıların yaşamını sürdürdüğü ve kısa ya da uzun dönemde etkileşim içinde bulunduğu “yaşam çevresi”dir.(1)
Çevre hakkı kavramı, temel haklardan farklı olarak hakkın yanı sıra sorumluluk da yükler. Çevre ya da sağlıklı çevrede yaşama hakkı, gelecek kuşakların da sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşamaları açısından sorumluluk yükleyen bir haktır. Hak ve sorumluluk konusunu 1972 Stockholm B.M. İnsan Çevresi Konferansı Bildirisi’nin 1. maddesi “…İnsanın, hürriyet, eşitlik ve yeterli yaşam koşullarını sağlayan onurlu ve refah içinde bir çevrede yaşamak temel hakkı olduğu, İnsanın bugünkü ve gelecek nesiller için çevreyi korumak ve geliştirmek için ciddi bir sorumluluğu olduğu…” şeklinde düzenlemiştir. Anayasanın sağlıklı ve dengeli çevrede yaşama hakkını düzenleyen 56. maddesinin sadece bugünkü kuşakların değil, gelecek kuşakların haklarını da güvence altına aldığının kabul edilmesi gerekir. Çevre hakkını Anayasanın 56. maddesinin yanı sıra “…Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir…” diyen 17.maddesiyle birlikte ele almak gerekmektedir. Yaşama hakkı ve çevre hakkı arasındaki ilişki neden sonuç ilişkisidir. Sağlıklı bir çevre olmadan yaşama hakkının güvence altına alınması mümkün değildir.
Çevre hakkının uluslararası sözleşmeler ve ulusal anayasa ve yasalarla koruma altına alınması bu hakkı ihlal eden faaliyetlerin yargısal denetimle korunmasının da önünü açmıştır.1990’lı yılların başından itibaren İzmir Çevre Avukatları’nın deneyimledikleri pratiklerle Türkiye Çevre Hukuku çok iyi bir başlangıç yapmıştı. Yatağan, Kemerköy, Yeniköy Termik Santrallerinin kapatılması, Bergama Ovacık Altın Madeni’nin çevresel etki değerlendirmesinin ve İzmir kent içinde planlanan Kordon Yolu Projesi’nin iptali davalarında elde edilen hukuksal kazanımlar ekoloji hareketine moral ve meşruiyet kazandırdı. Bergama Ovacık Altın Madeni yargısal sürecinde başta Danıştay 6. Dairesi’nin 13 Mayıs 1997 tarihli kararı olmak üzere ulusal Mahkemeler ile AİHM’den alınan kararların Bergama köylü hareketinin daha fazla büyümesi ve etkisinin artmasına katkısı yadsınamaz. Yatağan, Kemerköy, Yeniköy Termik Santrallerine ilişkin alınan ulusal ve AİHM kararları bugün dahi Akbelen direnişi ve bölgedeki diğer ekoloji hareketlerinin dayandığı hukuksal kazanımlardır. İzmir kenti içinden otoyol geçiren Kordon Yolu Projesi’nin iptal edilmesinin, kent hakkı mücadelesine ciddi katkıları olmuştur. Aynı zamanda İzmir’e, Kordon’da büyük bir rekreasyon alanı kazandırmıştır.
Bu yargı kararları ne pahasına olursa olsun kalkınma anlayışını reddeden, korumayı önceliğine alan kararlar olması nedeniyle hükümetler tarafından hiç sevilmemiştir. Buna karşı, neoliberal politikaların en iyi uygulayıcıları olan siyasi iktidarlar tarafından çevre hukukunu aşındıran düzenlemeler yapılmış, yapılmaya devam edilmektedir. Bu düzenlemelerin birincil amacı çevre hukukunu etkisiz hale getirmektir.
Çevre hukukunun sağlanması ve geliştirilmesinin vazgeçilmez yolu çevre davalarıdır. Çevre davaları aynı zamanda, Anayasanın 56. maddesinde yurttaşa yüklenen çevreyi geliştirme, çevre sağlığını koruma ve çevre kirlenmesini önleme ödevi için en etkili araçtır. Yurttaşın bu ödevi yerine getirebilmesi için mahkemeye erişim hakkı, hak arama özgürlüğünün güvence altına alınması zorunludur.
Yurttaşlar ve onların oluşturduğu örgütlerin yürüttükleri çevre davalarının, bugünkü ve gelecek kuşaklar için sağlıklı yaşama hakkının sağlanmasında önemli işlevi olduğu görmezden gelinemez. Bu kadar önemli bir işlevi olan çevre davalarının kolay, ucuz ve zahmetsiz olması gerekmez mi? Ancak öyle değil. Bugün bir çevre davasının ilk açılma masrafı yaklaşık 5 ila 10 bin lira arasındadır. Çevre davalarındaki uyuşmazlığın çözümü teknik ve bilimsel incelemeyi gerektirdiğinden, keşif ve bilirkişi incelemesinin maliyeti 100 ila 200 bin lira civarındadır. Bir de davayı kaybederseniz, davalı idarenin avukat olamayan vekillerine İdare Mahkemesi’nde 36 bin, Danıştay’da 56 bin lira avukatlık ücreti ödemek zorunda kalırsınız. Keşif ve bilirkişi masrafı davacı tarafça karşılanamazsa o masraflar Adalet Bakanlığı tarafından karşılanır ancak bu karşılıksız yapılan bir yardım değildir. Davayı kaybeden taraftan geri alınır, üstelik kamu alacağı olarak amme alacaklarının tahsili usulündeki icra takibi yoluyla. Emekliyseniz emekli maaşınıza dahi haciz konulabilir.
Sözün özü çevre davalarının mali külfeti katlanılır gibi değil. Buna bir an önce çözüm bulunmalıdır. Bugünkü ve gelecek kuşakların sağlıklı yaşam haklarının sağlanması için çevre davalarının masraflarının adli yardım bütçesinden karşılanmasından başka bir yol gözükmüyor. TBMM’de temsil edilen siyasi partilerin, hiç olmazsa muhalefetin ortak yasa teklifi hazırlamasını öneriyorum. Vekiller görevi üstlenmezlerse, asıllar işi ele almalı. Ekokırım yasa teklifinde olduğu gibi “yurttaşın çevre davalarına adli yardım yasa teklifi” için kolları sıvamalı.
1 – KELEŞ Ruşen, ERTAN Birol - Çevre Hukukuna Giriş
KAYNAK: YENİGÜN
https://www.gazeteyenigun.com.tr/makale/22841082/av-arif-ali-cangi/paran-kadar-davacisin