haberanaliz
Prof.Dr.Tayfun ÖZKAYA

Prof.Dr.Tayfun ÖZKAYA

Mail: ozkayatayfun@gmail.com

İKLİM KANUNU TEKLİFİ: BAŞKA BİR KANUN MÜMKÜNDÜR

Bu kanun teklifini eleştirenleri ikiye ayırmak mümkündür. Birinci grup küresel iklim değişikliği inkârcılarından oluşmaktadırlar. Bunlar sosyal medyada aslı astarı olmayan haberleri yaymakta, sorun karşısında parmağını oynatmayan küresel şirketlerin ekmeğine yağ sürmektedirler. Örneğin bu grubun mesajlardan birinde seyahat özgürlüğünün kısıtlanacağı yazılmaktadır. Teklifte böyle bir metin olmamakla birlikte, aslında şu anda ülkemizde halkın belki de %90’ının fiilen parasızlıktan yaşadıkları kentin bile dışına çıkamadıkları bir gerçektir. Kâğıt üzerinde seyahat özgürlüğünün anlamı kalmamıştır. Diğer yandan dünyanın çok zengin ve çok küçük bir azınlığı her yıl binlerce kilometre uzaklıktaki tatil yerlerine yıl içinde defalarca uçakla seyahat edebilmekte ve bu büyük bir sera gazı yükü oluşturmaktadır. Bu insanlar herhangi bir kişinin ömür boyu kendisi için atmosfere çıkarılan sera gazını tek bir seyahatte harcayabilmektedirler. Bu aşırı seyahatin değişik yollarla önlenmesi taraftarıyım. Bu iklim krizi inkârcılarını fosil yakıt (kömür, petrol, doğal gaz) şirketleri çok seviyordur herhalde. Bunları çok ciddiye almak gerekmiyor. Onlara daha fazla satır harcamayacağım. 

İkinci grup ise iklim değişimi gerçeğini kabul ederek bu kanun teklifini eleştirenlerdir. İçinde bulunduğumuz bu grup ise, bu kanun teklifin ciddi hiçbir önlem önermediği, karbon ticareti ile bu konuyu bile ticaret konusu yaptığı ve bu şekilde sorunu çözemeyeceğini ileri sürmektedir.

Bu yazıda kanunu daha çok tarım ve ormancılık ile ilgili konular üzerinden değerlendireceğiz. Çünkü kanun sera gazını çıkaran şirketlerin üretimde, taşımada, dağıtımda gerekli değişimlere giderek sorunu kökten çözmek yerine tarım ve orman alanlarında yere gömüldüğü varsayılan karbona bir bedel ödeyerek, karbon ticaretine dayalı bir sistemle küresel iklim değişimi sorununu çözebileceklerini ileri sürmektedir. Peşinen söyleyelim ki özellikle fosil yakıtlardan vazgeçildiği takdirde agroekolojinin ve gıda egemenliğinin tarım sistemi olarak benimsenmesi ile, ekolojik ormancılığın da katkısıyla dünyanın soğutulması mümkündür.    

Bu kanun teklifinde Ulusal Katkı Beyanında belirtilen 2053 yılında net sıfır emisyon hedefinin dışında herhangi bir ara hedef, örneğin beş, on, yirmi yıl sonra ne gibi hedeflere ulaşılacağı hakkında hiçbir hedef konulmamıştır. Yirmi yıl bekleyip daha sonra hiçbir hedefe ulaşılmadığını mı ilan edeceğiz?  

Teklif küresel iklim değişimi sorununu, büyük ölçüde sera gazı çıkararak yol açan şirketlerin, bildikleri yoldan çok fazla ayrılmadan, karbon kredisi satın alarak çözeceği iddiasındadır. Teklifte kanunu ihlal eden şirketlere getirilen cezalar çok düşüktür. Örneğin madde 14’de “doğrulanmış sera gazı emisyonu raporunu süresi içinde sunmayanlara 500 bin TL’dan, 5 milyon TL’sına kadar idari para cezası verilir” denmektedir. Büyük ölçüde sera gazı üreten şirketler için bu sayılar komiktir. Ödeyerek devam edebilirler veya zaman kazanabilirler.

Sera gazı çıkaran şirketler bunu önleyecek önlemler almak yerine bu teklifin önerdiği şekilde muhtemelen bazı arazilere uyduruk ağaçlar dikerek karbon kredisi kazanacaklar veya karbon depoladığı varsayılan tarım işletmelerinden karbon kredisi satın alacaklardır. Kanun “kirleten öder” ilkesine uygun şekilde “biraz para öde, kirletmeye devam et” çizgisini sürdüreceklerdir.  

Madde 6/6’da “İlgili kamu kurum ve kuruluşları tarafından; tarım sektörünün sürdürülebilirliğini teminen iklim değişikliğine dirençli ürün deseni ile gıda güvenliğinin sağlanması hedefleri doğrultusunda; doğal kaynakların, ekosistemlerin ve biyolojik çeşitliliğin koruma kullanma dengesinin gözetilmesi ile ihtiyaç duyulan tekniklerin ve teknolojilerin yaygınlaştırılması suretiyle, tarım sektöründe ekosistem temelli uyum yaklaşımını, doğa temelli çözümleri ve su bütçesini dikkate alan planlama araçları geliştirilir ve buna uygun iklim değişikliğine dirençli uygulamalar yaygınlaştırılır.” denmektedir. Bu madde iklim değişimine uyum açısından çok kısıtlı bir bakış açısına sahiptir. “iklim değişikliğine dirençli ürün deseni” etiketi altında Tarım ve Orman Bakanlığını Tarım Kanununa soktuğu yeni maddelerle “üretimi planlıyoruz” gerekçesi ile çiftçiye büyük şirketlerin istediği ürünleri dikte etme tehlikesi de bulunmaktadır. 

Karbon depolama, karbon ticareti, ekosistem tabanlı uyum gibi konulara daha yakından bakarak kanunu deşifre etmeye çalışalım.

Tarım ve Orman Bakanlığı İklim Raporunda[1] ve bildirgesinde[2] “ekosistem tabanlı uyum” stratejisinden söz edilmektedir. Kavram IUCN tarafından geliştirilmiştir. IUCN (International Union For Conservation of Nature-Uluslararası Doğayı Koruma Birliği) Türkiye’de içlerinde olmak üzere 1400 den fazla üyesi olan uluslararası bir kuruluştur. Kuruluş tarafından kavram şöyle tanımlanmaktadır: “Ekosistem tabanlı uyum; iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine karşı uyum konusunda halka yardımcı olmak için genel uyum stratejisinin bir parçası olarak biyoçeşitliliğin ve ekosistem hizmetlerinin kullanılmasıdır”.[3] IUCN petrol, gaz, kömür, maden ve gıda konusunda birçok uluslararası şirketle işbirliği yapmaktadır. IUCN’nin Bangkok’daki kongresine katılımcı haritalama konusunda bir eğitim çalışması yapmak üzere davet edilmiştim. Kongre merkezinin salonlarında büyük petrol ve maden şirketleri ekolojiyi nasıl desteklediklerini anlatmaya çalıştıkları geniş stantlar açmışlardı. Destekledikleri küçük boyutlu, tek bir köyde yürütülen bazı araştırmalar gerçekten güzeldi. Ancak bütün bunlar dünya çapında yaptıkları büyük yıkımı gizlemek amacıyla sunulmakta idi. Buna “yeşil yıkama veya boyama” (green washing) deniyor. 

Grain ve ETC Group’un da içlerinde olduğu bir grup sivil toplum kuruluşu 27 Eylül 2021’de “Doğa (veya Ekosistem) Tabanlı Uyum stratejisine karşı bir bildiri yayınladılar.[4] Bu bildiride Shell ve Nestle gibi dünyayı kirleten büyük şirketlerin bir yandan fosil yakıtları çıkarmaya ve yakmaya, daha çok maden çıkarmaya, endüstriyel et ve süt üretmeye devam ederek, sera gazlarını sıfıra indireceklerini söylediklerini belirtilmektedir. Bunların yanında şirketlerin telafi veya denkleştirme planları adını verdikleri, ormanlarda veya tarım alanlarında karbon depolama ile ilgili iddialarına değinmişlerdir. Karbon piyasası, karbon çiftçiliği gibi temelsiz uygulamalarla bu şirketler bildikleri kirletici etkinliklere devam edebileceklerini düşünüyorlar. Total’dan Microsoft’a ve Unilever’e kadar birçok şirketin “Doğa Temelli Çözümleri” iklim planlarının temellerini oluşturuyor. Bildiri; koruma endüstrisi dediği kuruluşların bu yolla ormanlara el attıklarını ve buralardaki köylüleri ve halkı uzaklaştırmak istediklerini belirtmektedir. Monokültür ağaç plantasyonları ve endüstriyel tarım bir kurtarıcı olarak pazarlanmaktadır. Bu şirketler onarıcı tarım (regenerative agriculture) adı altında fosil 

yakıtların, kimyasal gübrelerin kullanımından vazgeçmemek için tarım alanlarında veya ormanlarda karbon depolanmasını öneriyorlar. Bu amaçla bu işi yapacak olanlara para ödemeyi tercih ediyorlar. Buna karbon kredi çiftçiliği deniyor. Nisan 2021 itibariyle bir ton karbonun piyasa fiyatı 17,5 $’dır. Aslında gerçek bir agroekoloji uygulaması, toprağın yeniden dağıtımı ve gıda sistemlerinin yeniden yapılanması ile toprakta büyük miktarlarda karbon tutulabilir. Ancak şirketlerin amacı bu değildir. Şirketler kendi içlerinde üretimden, ambalajlamaya bazı çalışmalar yaparak sera gazı üretimlerini bir miktar düşürmeyi planlıyorlar. Ancak bunlar çok yetersiz kalıyor. Çünkü örneğin petrol şirketleri petrol kullanımından, gübre şirketleri gübre üretiminden vazgeçmiyorlar. 2050 yılına kadar net sıfır dedikleri, sıfır sera gazı üretimini hedefledikleri ileri sürüyorlar. Ancak kendi çalışmaları ile buna ulaşamadıklarından karbon pazarı denilen bir piyasadan karbon satın alarak, çiftçilerin karbonu toprağa bağlamalarını amaçlıyorlar. Bazıları da bozulmuş orman alanlarını satın alarak buralarda karbon bağlamayı amaçladıklarını ileri sürüyorlar. Grain kuruluşu bu yeni karbon ticaretinin arazi gaspından sonra toprak gaspı anlamına geldiğini belirtmektedir. 

Bu karbon ticareti şu şekilde çalışıyor. Karbon ticareti için kurulmuş şirketler var. 

Çiftçiler buna çevrimiçi olarak kaydoluyorlar. Daha sonra bu çiftçilerden karbonu bağladığı düşünülen bazı uygulamaları yapmaları isteniyor.[5] Bu uygulamalar kısıtlıdır. Genellikle örtü bitkilerinin kullanılması, azaltılmış toprak işleme veya toprak işlemesiz tarım (no-till) olmakta, bazı durumlarda ağaç dikimi ve kimyasal gübrelerin daha etkili kullanımını içermektedir. İlk uygulama yıllarında daha çok kimyasal gübre uygulanabilmektedir ve bunlardan tümden vazgeçilmesi söz konusu değildir. Hatta işlemesiz tarımda zararlı ot öldürücülerin (örneğin glifostat etken maddeli) kullanımı da söz konusudur. Yapılan uygulamaların belirlenen kurallara uygun olup olmadığını kontrol eden sertifika kuruluşları da vardır. Çiftçiler yaptıkları anlaşmaya uygun olarak taahhütlerini 5-10 yıl arasında sürdürmek zorundadırlar. Bu süre bazen 20-25 yıla çıkabilmektedir. Çiftçiler bağladıkları varsayılan karbon ve piyasa fiyatı üzerinden bir ödenti almaktadırlar. Genel olarak süre sonunda, kuraklık veya yangınlar nedeniyle oluşabilecek karbon kayıplarına karşılık %20-25 bir indirim yapılır. Şirket te ayrıca yaptığı işe karşılık bir %25 alır. Bu karbon kredi tarımı programlarının çoğu doğrudan veya ilişkili olarak çokuluslu tarım şirketleri tarafından yürütülmektedir. Bu programların çoğu ABD, Brezilya, Avustralya ve Fransa gibi az sayıda ülkede, az sayıda ürün üzerinde yoğunlaşmış büyük ölçekli tarım yapılan yerlerde gerçekleşmektedir. Bazı istisnalar da bulunmaktadır. Gübre üreticisi Yara Hindistan’da, finans kuruluşu Rabobank ise Microsoft ile birlikte Asya, Afrika ve Latin Amerika’da çalışmaktadır.[6] Bu şirketler kredileri var olan fosil yakıt emisyonlarını denkleştirme için şirketlere veya devletlere satmaktadırlar. Ancak fazla olan bu küresel fosil yakıt emisyonlarının topraklarda bağlanarak telafi edilmesi mümkün değildir. En iyi durumda topraklar endüstriyel tarım nedeniyle çıkmış olan karbonu absorbe edebilir. Fosil yakıt emisyonlarının büyük ölçüde ve hızla toprakta karbon bağlaması ile ortadan kaldırılması mümkün olamaz. Toprağın en büyük karbon yutaklarından biri olması nedeniyle bu kapasitenin insanların en önemli ihtiyaçları ile ilgili emisyonları denkleştirme için ayrılması doğrudur.

Bunların kola üreticileri vb. gereksiz şirketler için ayrılması anlamsızdır.[7] Ülkemizde karbon piyasası ile ilgili olarak henüz tarımla ilgili bir gelişme saptanamamıştır. Gönüllü karbon piyasası adı altında yürütülen bazı çalışmalar bulunmaktadır. Bunlar hidroelektrik, rüzgâr santralleri, atıktan enerji üretimi (biyogaz), enerji verimliliği ve jeotermal alanlarındadır.[8]Bu programlarla ilgili diğer önemli problem gerçekleşen karbon bağlamanın sürekli olup olmayacağıdır. Fosil yakıt emisyonlarından yapılan bu karbon bağlanmalarının tekrar atmosfere geri dönmesi ile ilgili bir garanti yoktur. Birçok karbon kredi çiftçiliği 10 yıl sürmektedir, ancak küresel ısınmada anlamlı bir değişiklik için bunun en az 100 yıl sürmesi gerekiyor. Program sona erdiğinde arazi bozulabilir veya sürülerek kimyasal gübre uygulanabilir. Kuraklık veya yangınlar gibi olaylar meydana gelebilir, bunlar da karbonun tekrar atmosfere dönmesine yol açabilir. 

Karbon çiftçiliğinin kontrolü amacıyla yapılan yıllık toprak analizleri ve tarla ziyaretleri oldukça pahalıdır. Destekler veya yüksek karbon fiyatları olmadıkça bunların karşılanması mümkün değildir. Avrupa Birliği karbon çiftçiliği programı için yapılan bir araştırmada beş yıllık bir süre için çiftlik başına düşen doğrulama ve kayıt ücretlerinin 110 000-240 000 € arasında olacağını belirlemiştir.[9] Bu nedenlerle küçük çiftçiler için karbon çiftçiliği ekonomik olamamaktadır. Şirketler bu masrafları aşağı çekebilmek amacıyla uydu ve uçak ile izleme, toprak ile ilgili eski veriler ve modelleri kullanmaya odaklanmaktadırlar. Diğer yandan çiftçiler tektüze endüstriyel tarım uygulamaları yaptıkları geniş ölçekli monokültür ürünler yetiştirmedikleri sürece uzaktan doğrulama sistemleri çok daha az hassas olmaktadırlar. 

Karmaşık agroekolojik bir tarım sisteminin uygulandığı, çok sayıda ürün ve hayvancılığın entegre edildiği işletmelerde topraktaki karbon değişimlerini ölçmek mümkün olmamaktadır.[10] Karbon çiftçiliği ile ilgili diğer bir problem de “eklenme” konusudur. Karbon denkleştirme miktarını belirleyebilmek için, karbon çiftçiliğine yazılan çiftçiler bağladıkları karbonun başka bir şekilde bağlanmamış olduğunu göstermek zorundadırlar. Örneğin bir bölgede çiftçiler toprak sağlığını iyileştirmek için örtü bitkilerini ekmeye başlamışlarsa, karbon çiftçiliğine geçtiklerinde bu program nedeniyle ek olarak örtü bitkileri ektiklerini belirlemek oldukça güçtür. Çiftçiler örneğin Avrupa Birliğinde veya Brezilya’da başka programlar nedeniyle örtü bitkileri ekmiş veya pulluksuz tarıma başlamış olabilirler. Ayrıca karbon çiftçiliğinde atılan kimyasal gübre, uzaktan doğrulama sistemlerinin ve veri kayıt sistemleri için kullanılan enerjinin de hesabı tutulmamaktadır. Karbon çiftçiliği yapan şirketler IBM, Microsoft gibi veri işleme yapan şirketlerle işbirliği yapmaktadırlar. Bu gelişme sonucu bu şirketler çiftçiler hakkında çok büyük bir veriye sahip olmakta ve çiftçiler bu platformlarda her türlü girdiyi satın alabilmektedirler. Bu ise şirketlere büyük bir avantaj sağlamaktadır.[11] Karbon çiftçiliğini destekleyerek, açığa çıkardıkları sera gazlarını çiftçilerin uygulamaları ile denkleştireceklerini ileri süren bütün büyük şirketler önerdikleri tarım sisteminin “onarıcı tarım” (regenerative agriculture) olduğunu belirtmektedirler. Bu sistem yüksek düzeyde bozulmuş toprakları geliştirerek, restore ederken aynı zamanda su ve bitki kalitesini de yükseltmeyi amaçlamaktadır. Bu anlayış endüstriyel tarımdan daha bütüncül bir yaklaşım olmakta ve agroekoloji ile daha çok benzeşmektedir. Ancak kavram şirketler tarafından daha çok azaltılmış toprak işleme veya işlemesiz tarım, örtü bitkilerinin kullanımı gibi birkaç uygulamaya indirgenmiştir. Ayrıca uygulama daha çok tarım işletmesinin sınırları içinde kalmakta ve agroekoloji gibi sosyal, ekonomik amaçlar taşımamaktadır. Büyük ölçüde kavramın içinin boşaltılması söz konusudur. 

Tittonell ve ark. makalelerinde onarıcı tarımın üç ayrı tipte gözlendiğini belirtmektedirler:[12] a) “Felsefi onarıcı tarım” b) kalkınmacı onarıcı tarım c) şirket onarıcı tarımı. Bu üç tipin agroekoloji ile ilişkileri ele alınmıştır. Felsefi onarıcı tarım permakültür ve biyodinamik yaklaşımlara yakın olan, felsefi ilkelere dayalı olarak bireyler ve ağlar tarafından uygulanmaktadır. Agroekolojiye en yakın tiptir. Kalkınmacı onarıcı tarım kalkınma kuruluşları tarafından geliştirilmekte, sosyal ve ekolojik ilkelere dayanmakta, peyzaj düzeyinde ve genellikle yukarıdan aşağıya uygulanmaktadır. Organik ve düşük girdili tarıma yakındır. Agroekoloji ile ilişkileri ilkine göre daha da azalmıştır. Şirket onarıcı tarımı ise şirketler tarafından, pratik agronomik ilkelere ve şirketlerin sürdürülebilirlik yaklaşımlarına dayalı olarak uygulanmaktadır. Koruma tarımına yakındır. Bu tipin agroekoloji ile bağları oldukça zayıftır. Yazarlar politika olmadan agroekolojinin daha çok “yeşil yıkamaya” hizmet edeceğini belirtmektedirler. 

İklim Kanunu teklifi son derece yetersizdir ve küresel iklim değişimi gibi ciddi bir sorunun çözümünü de ticarete indirgemiştir. Başka bir iklimkanunu mümkündür.