“KAYBEDENLER KULÜBÜ”NE KİMSE GİRMEK İSTEMEZ
Dünya çok karışık ve karmaşık bir hal alıyor gitgide..
İklim değişikliği, savaşlar, liderlerin basiretsizliği, gelir dağılımının eşitsizliği, işgücü piyasalarının giderek liberalizm baskısıyla sancılı işleyişi, fiyat istikrarsızlığı, aşırı pahalılık gelecek öngörülerini de çokça etkiliyor.
Bizim gibi gelişmekte olan ülke ekonomilerinde artık sürdürülen programlar yeterince etkili olamıyor.
Hatta programlar ne halk tarafından ne de şirketler tarafından uygulanabilir olamıyor. Memnuniyetsizlik yaygınlaşıyor.
Siyasetçiler bu memnuniyetsizliğin ne kadar farkında?
Eğer farkında olsalar günlük politikalarla işi sürdürmeyi seçerler miydi?
Bir yandan da küresel zorlukların devam ettiği bu dönemde jeopolitik ortamın karmaşıklığı da daha dikkatli ve proaktif önlemler gerektiriyor.
Tabii ki artan jeopolitik gerilimlerden dolayı dalgalanan ekonomik koşullara karşı işletmeler de dikkat gerektiren çeşitli risklerle karşılaşıyor.
Bu yeni dinamikleri değerlendiren kuruluşlar var. Onlar, kararlı bir şekilde harekete geçiyor, operasyon ağlarını güçlendiriyor ve uzun vadede dayanıklı kalabilmek için jeopolitik koşullardan kaynaklanan riskleri anlamaya ve çözmeye odaklanıyor.
Nitekim, jeopolitik risklerin neden olduğu zorlukları çözmenin ne denli kritik olduğunun farkında olan sözünü ettiğim kuruluşlardan olan KPMG, "Günümüzün Jeopolitik Risklerinin Yönetimi" isimli raporunu yayımladı.
KPMG, geçmişi 1867 yılına dayanan, üye firmalar ağı sistemiyle Türkiye dahil 143 ülkede 265 binin üzerinde çalışanıyla faaliyet gösteriyor. Finansal hizmetler, tüketici ürünleri, otomotiv; endüstriyel sektörlerden gıda, perakende, enerji, telekomünikasyon, kimya gibi pek çok sektöre danışmanlık hizmeti sağlıyor.
O nedenle yayımladığı rapor önemli,
Şirketler için bir finansal hizmetler rehberi olarak hazırlanan bu çalışmada kuruluşların kendine özgü ihtiyaçlarına göre uyarlanmış etkili stratejiler inceleniyor ve günümüzün karmaşık ve belirsiz jeopolitik ortamında yol almak için uygulanabilir veriler ve öneriler sunuluyor.
Raporda şirketlere yeni bir jeopolitik risk yönetimi modeli oluşturabilmeleri için şu üç temel alanda adımların atılması tavsiyesinde bulunuluyor:
1. Jeopolitik risk faktörleri:
Şirketler, küresel ayrışma ve çığır açıcı teknolojiler gibi etkili mega eğilimleri analiz ederek jeopolitik risklerin doğasında var olan karmaşıklığın ortasında etkili risk yönetimi stratejileri geliştirebilirler.
Rapora göre küresel ayrışmalar nedeniyle dünya, ulusların kısmi ekonomik ayrışmaları ve yeni ekonomik ve siyasi ittifakların ortaya çıkışıyla belirginleşen önemli dönüşümlerden geçiyor. Avrupa'daki barış ortamının bozulması da bu eğilimi körüklüyor. Ayrıca bir süredir dünya genelinde demokrasilerin ve otoriter rejimlerin stratejik politika yönünü güçlü korumacı eğilimlere doğru ilerliyor. Bu mega trendin izleri arasında Avrupa'nın ekonomik izolasyonu veya dünyanın en büyük ekonomileri arasında artan gerilimler de yer alıyor. Diğer yandan çığır açan dijital teknolojiler aracılığıyla toplumların radikalleşmesi ve istikrarsızlaşması da hızlanıyor.
Yapay zekâ ve sosyal medya gibi yeni araçlar ve platformlar yeni riskleri de beraberinde getiriyor. Teknolojilerin ekonomik ve siyasi silah olarak kullanılması, etik olmayan yapay zekâ algoritmaları, sahte haberler, fidye yazılımları, siber saldırılar bunlardan sadece bazıları.
2. Aynı yöntemler, farklı hedefler:
Organizasyonlar, kurulu risk analizi yöntemlerini kullanarak senaryo planlamaya ve dayanıklılık inşa etmeye odaklanabilirler. Böylece jeopolitik riskleri etkili bir şekilde azaltabilir, öncelikli etkenleri belirleyebilir ve etki değerlendirmeleri yapabilirler. Faaliyetlerinde jeopolitik riskler yaygın olsa da şu anda finans sektöründe bunları yönetmek için standart bir yaklaşım bulunmuyor.
Jeopolitik risklerin kendine özgü değerlendirme tekniklerinde bir piyasa standardının bulunmaması bugün zorluklarıyla başa çıkabilmek için senaryo analizi gibi bilinen riskli durumun arkasındaki temel sebep olarak gösteriliyor. Bu nedenle etkili bir jeopolitik risk yönetiminin sağlanmasına yardımcı olmak için özellikle senaryo analizinde disiplinler arası bir ekip oluşturulmasına ve operasyonel boşlukları önlemek amacıyla üst yönetimin katılımıyla güçlü liderliğin gerekli olduğuna dikkat çekiliyor.
3. Tek kötü strateji stratejinin olmamasıdır:
Proaktif risk yönetiminin vazgeçilmez olduğunun altı çizilen raporda benzersiz koşullara göre uyarlanmış ve uzmanlık ve sürekli değerlendirme ile desteklenen stratejilerin belirsizliği güvenle yönetmek için gerekli olduğu belirtiliyor.
Jeopolitik riskler ele alırken iki zıt yaklaşım ortaya çıkıyor. Bunlardan biri, şirketi potansiyel risklere karşı korumayı vurgulayan tamamen savunmacı bir strateji. Diğeri ise proaktif katılım ve jeopolitik değişimlerin fırsat olarak algılanması ile karakterize edilen atılgan bir strateji.
Savunmacı strateji genel olarak kurumu jeopolitik şoklardan ve risklerden korumayı amaçlarken, atılgan strateji bu risklerden sadece korunmayı değil aynı zamanda bunlardan faydalanmayı da hedefliyor.
Konuyla ilgili açıklamada bulunan KPMG Türkiye Kurumsal Dayanıklılık Hizmetleri Direktörü Sagi Gün, şöyle konuşuyor;
“Jeopolitik gelişmeler tedarik zinciri stratejilerini daha fazla etkiliyor, yatırım hedeflerini değiştiriyor ve şirketler için maliyetleri artırıyor. Yüksek düzeyde entegre ve karmaşık tedarik zincirleri bir zamanlar serbest ticaret ve ekonomik verimliliğin başarıları olarak görülürken bugün genellikle artan jeopolitik rekabet karşısında stratejik ayarlamalar gerektiren kırılganlıklar olarak görülüyor. Bu zorluklara yanıt olarak teknoloji, enerji, ilaç ve savunma gibi kritik sektörlerde yerli tedarikçilere öncelik veren ulusal sanayi politikalarına doğru gözle görülür bir kayma yaşanıyor.
Dayanıklılığı artırmayı amaçlayan bu stratejik yeniden düzenleme, enflasyonist baskıların piyasaların daha önce öngördüğünden daha kalıcı ve yapısal olarak yerleşik hale gelmesine de neden oluyor. İleriyi gören şirketler, günümüzün derinleşmiş zorlukları karşısında kararlı bir şekilde harekete geçme ihtiyacının farkında.
Bu nedenle günümüzün jeopolitik risklerini zamanında yönetecek stratejiler her kuruluşun gündeminde üst sıralarda yer almalıdır. Bu araştırmamız, kapsamlı ve geleceğe hazır bir çerçeve kullanarak şirketlere, başarılı ve sürdürülebilir jeopolitik risk yönetimi uygulayabilmeleri için önemli tavsiyeler yer alıyor. Şirketler bu ilkeleri benimseyerek jeopolitik risklerden korunmakla kalmayacak ayrıca bu riskleri büyüme ve dayanıklılık için fırsatlara da dönüştürebilecek.”
“ÜRETİM VE EĞİTİMİ YENİDEN PLANLAMALIYIZ”
KPMG’nin şirketler için hazırladığı ilham verici raporunu incelerken, İzmir’den gelen bir açıklama yukarıda yazdıklarımı daha belirginleştiriyor. Riskler açısından Türkiye’ye özel değerlendirmeler yapan EBSO Yönetim Kurulu Başkanı Ender Yorgancılar, dışa bağımlılığı azaltmak ve küresel pazarlarda payımızı artırmak için, üretim ve eğitimi yeniden planlamamız gerektiğini belirterek şu bilgileri veriyor;
“Değişmeyen tek şey diye tanımlanan ‘değişimin’ de hız kazanarak değiştiği bir dönemdeyiz. Kaybedenler kulübünde olmamak için bilimsel ve teknolojik gelişmelerin takip edeni değil, üreteni olmak zorundayız. Bunun için de gerekli sosyal, kültürel ve ekonomik iklimi oluşturmak, bu iklimin oluşumunun önkoşulu olan eğitim-üretim entegrasyonunu yüksek nitelikte ve acilen sağlamak durumundayız. Sanayiciler olarak bu amaca hizmet edecek şekilde bir ‘Entegre Eğitim-Üretim Şurası’ düzenlenmesinin uygun olacağını düşünüyoruz. Zira sanayide üretimin yapısının çağa ve yarınlara uygun olacak şekilde yeniden yapılandırmak için beşeri sermayenin yani sektörde çalışacak insanlarımızın niteliğini de geliştirmek ve yenilemek zorundayız. Yarınlarda yenilmemek için yenilenmeliyiz.”
ÜRETİM TEKNOLOJİSİNDE SIÇRAMA ŞART
Ege Bölgesi Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Ender Yorgancılar, Türkiye ekonomisindeki sorunların önemli kök nedenlerinden birinin üretim ve tüketim deseni uyuşmazlığı ve bunun getirdiği dışa bağımlılık olduğunu söyledi.
Başkan Yorgancılar, önemli bir noktaya da dikkat çekerken teşhisini de şu cümlelerle anlattı;
“Bugünün dünyasında hiçbir ülke kendi kendine yetemiyor. Ancak burada doz aşımı olduğunda, özellikle kendi ülkenizde üretebileceğiniz ürünleri de dışarıdan almaya başladığınızda, dış açık ve dış borçlarda hızlı artış yaşanabiliyor. Bu da bir süre sonra ekonomik ve sosyal krizlere yol açabiliyor. Türkiye olarak hem içeride potansiyeli olan ürünleri rekabetçi olarak üretebilmek, hem de yeni teknolojik ürünler geliştirmek durumundayız. Bunun için de hem insanımızın üretken zihinsel kapasitesinde, hem de üretim teknolojisinin niteliğinde sıçrama yaratmak zorundayız. Bunun yolu da eğitim ve üretim arasındaki etkileşim ve işbirliğini daha sağlıklı ve işlevsel bir zemine oturmaktan geçiyor.”
İŞSİZLİĞİ ÖNLEMEK İÇİN İHTİYACA GÖRE EĞİTİM
Yorgancılar, işsizliği önlemek ve sanayicinin aradığı nitelikte ve sayıda eleman bulamamasının da bu zemine olan ihtiyaca işaret etti ve şöyle konuştu;“Ülke olarak ihracat desenimizin daha çok gelir esnekliği düşük, yani dünya ticaretinde payı düşen ürünlerden oluşması da yarınlar için tehlike çanlarının çaldığı anlamına geliyor. Dolayısıyla üretimi ülkenin ihtiyaçlarına, eğitimi de üretimin ihtiyaçlarına cevap verir hale getirmeliyiz.”
Ülkenin ihtiyaç duyduğu üretim dokusu ve eğitimin niteliği arasında bir entegrasyon olması gerektiğine işaret eden Yorgancılar, şunları söyledi:
“Bu çerçevede üretim ile eğitimin hem teknik ve mühendislik, hem de yönetsel ve bilişimsel boyutta entegrasyonunun güçlendirilmesi gerekmektedir. Üretimin ve eğitimin yüksek entegrasyonunun koşullarını tartışmak ve çözüm yolları bulmak için bir an önce ‘Entegre Eğitim-Üretim Şurası’ düzenlenmesinin uygun olacağını düşünüyoruz. Bu amaçla ilk iki gün teknik ve mühendislik ile yönetsel ve bilişimsel olmak üzere iki ayrı grubun kendi içinde, üç ve dördüncü günde de bu iki farklı grubun bir araya gelecek ‘Bütünsel Eğitim-Üretim Entegrasyonu’ stratejisi geliştirmesi uygun olacaktır. Böylece üretim ve yönetim kulvarları arasındaki işbirliğinin de güçlenmesi, taraflarının birbirlerini daha iyi anlaması ve daha çözüm odaklı hale ggeliştirilebilecektir. Temennimiz; hem üretim ve eğitim alanındaki hem de bu iki alanın entegrasyonundaki eksikliklerin ortak akıl ile çözüme kavuşturulması ve sanayi sektörümüzün hızla gelişmesidir.”
Egeli sanayicilerin Başkanı Ender Yorgancılar, aslında atanamayan öğretmenler, işe alınmayan mühendisler, işsiz kalan sosyologlar, antrapologlar, ekonomistler ve daha nice üniversite bölümlerinden mezun olan diplomalı işsizlere de bu arada sahip çıkıyor.