haberanaliz
Prof.Dr.Turhan USLU

Prof.Dr.Turhan USLU

Mail: turhanuslu@gmail.com

KIYI KUMULLARI VE KORUNMASI

Türkiye’de doğa koruma çalışmalarında esas olan ekosistem çeşitliliğini tespit ve buna göre ekosistemleri koruma ön plana çıkmadığı için kıyı kumullarımızın korunması konusunda da önemli adımlar atılamamıştır. Bugün biz hala ekosistemlerimizin çeşitliliğini ve Türkiye yüzölçümüne olan oranlarını bilmemekteyiz. Her ekosistemden bir örneğin korunması prensibine göre koruma çalışmaları yapılmamaktadır. Türkiye’de kaç ekosistem vardır ve bunlardan kaçı korunmaktadır, bilinmemektedir. Bu çerçevede hangi ekosistemlerimizin azalmakta ve yok olma tehdidi altında olduğunu da bilmemekteyiz. Bu rahatlık içinde yok olma tehdidi altındaki kıyı kumullarımızı rahatlıkla başka amaçlar için kullanabilmekteyiz. Kağıt üzerinde koruma statüsü içinde kalmış ama aslında korunmayan kıyı kumullarımızda da bilgi noksanlığını görmekteyiz. Kıyı kumullarımızda kaç bitki topluluğu ve kaç bitki türü bulunmaktadır ve bunlardan kaçı veya yüzde kaçı koruma statüsü içindedir? Koruma alanları içinde kalmış kumullarda etkili koruma söz konusu mudur? Cevaplar hep olumsuzdur.

Bu bilgi noksanlığını bir alana çok fazla koruma statüsü vermekle korumanın sağlanacağını zannetme noktasında da görmekteyiz. Örneğin Adana ilindeki Akyatan kumullarına 5 ayrı koruma statüsü (biyosfer rezervi, Ramsar alanı, önemli kuş alanı, yaban hayatı geliştirme sahası ve yaban hayatı koruma sahası) vermişiz. Yine İçel ilinde Göksu deltasına da 5 ayrı koruma statüsü vermişiz. Ama soruyoruz : Akyatan kıyı kumullarında bu koruma statüleri verilmeden önce kaç kumul bitki topluluğu ve kaç kumul bitki türü vardı ve koruma statülerinden sonra biyoçeşitlilik ne duruma geldi? Türkiye’de koruma statüleri altındaki alanlardaki biyoçeşitliliği kontrol eden bilimsel komisyonlar var mıdır? Eğer bilimsel komisyonlar var ve kontroller yapılıyorsa, hangi koruma alanında biyoçeşitlilik ileriye veya geriye gitmektedir? Biyoçeşitliliğin kontrolü kaç yılda bir yapılmaktadır? Biyoçeşitliliği ileriye götürmek için hangi tedbirler devreye sokulmaktadır? Biyoçeşitliliğin durumuna göre hangi kumullarımız herkese kapalı, sadece bilim adamlarına açık veya kontrollü insan girişleri vardır? Bu soruların cevapları Türkiye’de yoktur ve bilimsel korumacılık hala Türkiye’de bulunmamaktadır.

Adana ilinde Tuzla Gölü çevresi, Muğla ilinde Dalyan, İzmir ilinde Gediz deltası, Sinop ilinde Sarıkum ve Samsun ilinde Kızılırmak deltasına 4 ayrı koruma statüsünün verilmesinin de buralardaki kumulların biyoçeşitliliğini koruma konusunda yarar sağlamamış ve hatta bazılarında sözde korumanın zararlı olduğunu da görüyoruz. Örneğin koruma statüsü kazanması ile birlikte yapılan çeşitli tesisler Dalyan’a gelen turist sayısında aşırı artışa neden olmuş ve çiğneme etkisi Dalyan kıyı kumulunda bitki toplulukları ve türlerini yok etmiştir. Sarıkum kumulunun ağaçlandırılması ile kumul bitki toplulukları ve türleri yok olmuşken Sarıkum’da 4 ayrı koruma statüsü ne işe yaramaktadır?

Yine aynı durumu Adana ilinde Yumurtalık ve Aydın ilinde Dilek Yarımadasına verilen 3 ayrı koruma statüsünde de görüyoruz. Edirne ilinde Meriç deltası biyoçeşitliliğini verilen 3 ayrı koruma statüsü değil, bu alanın ayrıca askeri alan olması koruyabilmiştir.

Muğla ilinde Ölüdeniz, Aydın ilinde B. Menderes deltası, İzmir ilinde K. Menderes deltası ve Tekirdağ ilinde Kasatura’ya verilen 2 ayrı koruma statüsünün de ne işe yaradığının sorgulanması gerekiyor. Örneğin Muğla ilindeki Ölüdeniz’de turist yoğunluğu varken burasının doğal sit olmasını anlamak zor. K. Menderes deltası’ndaki 2 ayrı koruma statüsü buradaki kıyı kumullarını Selçuk Belediyesine karşı koruyamamaktadır.

İçel ilinde Turan Emeksiz ormanı, Erdemli çamlığı ve Akgöl-Paradeniz, Antalya ilinde Belek, Sorgun, İncekum, Çıralı ve Patara, Muğla ilinde Fethiye-Göcek ve Datça-Bozburun, İzmir ilinde Kuşcenneti, Çanakkale ilinde Gelibolu yarımadası, Kırklareli ilinde İğneada, Bursa ilinde Kocaçay deltası ve Samsun ilinde Yeşilırmak deltasına verilen 1’er koruma statüsünün buralardaki kumulların korunmasına bir yararı olmamıştır. Hatta Belek, Patara ve Kocaçay deltasında koruma statüsünden sonra tahribatlar çok daha fazla artmıştır. Koruma statüsüne kavuştuktan sonra Belek’te onlarca otel ve birçok golf sahası yapılmıştır. Patara’yı Orman Bakanlığı ağaçlandırdıktan sonra koruma statüsü verilmiştir. Patara’da acaba ne korunmaktadır? Koruma statüsü altındaki Kocaçay deltası kumulları üstünde yazlık evler adeta şehir oluşturmaktadır.

Bazı kumullarımıza deniz kaplumbağaları üreme alanı olduğu için kısmi koruma statüsü verilmesi de başka bir yanlışımızdır. Ekosistemin tamamının koruma altına alınmadan ve sadece deniz kaplumbağalarına göre tedbirlerin alınmasının kıyı kumullarımıza ve bu arada deniz kaplumbağalarına da bir yararı olmamıştır ve olmayacaktır. Kısaca kıyı kumulları sadece deniz kaplumbağalarına göre değil bir ekosistemin korunması esaslarına göre korunmalıdır.

İspanya yıllarca yaptığı kıyı kumulu katliamının akıllıca olmadığını anlamış ve kıyı kumulları üzerinde yaptığı yüzlerce oteli 1980’li yıllarda yıkarak bu otelleri daha gerilere yapmıştır. Bu çerçevede kıyı kumullarının restorasyonuna yani eski jeomorfolojisi ile bitki türleri ve bitki topluluklarının tekrar bu kumullara gelmesine büyük önem vermeye başlamıştır. İspanya kısaca turizmin 3 ana unsuru olan “güneş, kum, deniz” den kumların korunmasının önemini anlamıştır.

Fransa’da kurulan vakıf ise devlet gelirleri ile de desteklenmekte ve bu vakıf önemli kıyı kumullarını satın alarak etkili koruma sağlamaya çalışmaktadır. Vakıf özerk statüsü ile sadece şahısların değil devletin yapacağı tahribatın da önünde bir engel olması için kurulmuştur.

Kıyı kumullarımıza olan ilgisizliğimize birkaç örnek vermek istiyorum. 1983 yılında Avrupa kıyı bildirgesinin yayınlanması üzerine TÜBİTAK, YÖK ve Gazi Üniversitesi’ne verdiğim kumul projelerinden sonuç alamadım. Ancak Avrupa Konseyinin “Türkiye ve KKTC kıyı bitki örtüsü”nün araştırılması konusunda verdiği proje ile 1 Fransız ve 1 İspanyol profesör ile kıyılarımızın biyoçeşitliliğini 1987 ve 1988 yıllarında öğrenebildik. Hollanda Hükümetinin verdiği “Türkiye’nin Akdeniz kıyılarında korunması gereken alanlar” projesi ile 1 Hollandalı ve 1 İngiliz araştırıcı ile 1993 yılında bu konuda bilgi sahibi olabildik. Fransa’nın CNRS kuruluşunun verdiği “Akdeniz kıyılarında deniz kaplumbağası üreme alanlarının korunması projesi” ile 1 Fransız araştırıcı ile 1993-1994 yıllarında bilgiler toplayabildik.

Türkiye doğasını ve bu çerçevede kıyı kumullarını gerçekten koruyup korumayacağına karar vermelidir. Kıyı kumullarımızın korunmasından sorumlu kuruluş belirlenmelidir. Kıyı kumullarımız kıyıda yer aldığından özellikle rant peşinde koşanların hedefindedir. Bu noktada Türkiye’nin 2 tercihi bulunmaktadır. Ya belirli kişilere bu kumullar rant için peşkeş çekilip özelliklerini kaybedip cazibe merkezi olmaktan kısa zamanda çıkacaklardır veya bunlar kamu malı olarak kalacak şekilde korunacak ve taşıdığı biyolojik çeşitlilik ile kontrollü doğa turizminin de hizmetinde olacaktır.