KIYI KUMULLARINDA TARIM YAPMAK
Kıyı kumullarımızın doğal zenginliğini etkileyen onlarca faktörden biri de tarımdır. Tarım deyince insan gücü ile yapılandan ziyade makineleşmiş tarımdan söz ediyoruz. Makineleşmiş tarımın sembolü ise traktördür. İlk ithalat 1924 yılında Almanya’dan 221 traktörle yapılıyor. Türk tarımına girişi ise 1947 yılından sonra yoğun şekilde oluyor. 1948 yılında Türkiye’de traktör sayısı 3000 olarak veriliyor. 4 Temmuz 1948’de ABD ile yapılan Marshall antlaşması çerçevesinde 1949-1954 arasında 37 743 traktör geliyor. Atatürk döneminde yapılan uçak fabrikasının revizyonu ile Türkiye’de ilk montaj traktörler ise 1955 yılında üretilmeye başlanıyor. 1963 yılında da Türk Traktör Fabrikası ilk üretimlerine başlıyor. 2006 yılında Türkiye’de traktör sayısı 1 037 383’e ulaşıyor.
Traktör ve zirai makinelerin 1948 yılından itibaren hızla artması ile tarımsal üretim de artmaya başlıyor. Traktör ile sadece toprak işlenmesiyle kalınmamış, drenaj kanalları açılarak tuzlu topraklar yıkanmış ve tuzlu toprak yaşam ortamları yok edilmiştir. Bu topraklara ziraatçılar gibi “çorak topraklar” demiyoruz. Çorak toprak ifadesi bu topraklarda bir bitkinin bulunmadığını ifade etmekte. Hâlbuki tuzlu toprakların kendine has bitki çeşitliliği çok fazladır. Traktör ayrıca vatandaşa, köyden çok uzaklara gidip buraları işlemesini sağlamıştır. Bu tarihlerde doğa koruma, biyolojik zenginlik, endemik bitki, endemik bitki topluluğu kavramlarının bilinmediği yıllar olduğundan traktör her alana sokulmuştur. Ayrıca bugün bile yapılmamış olan “Toprağın Kullanım Planlaması” nın da olmaması Türkiye doğasını çok etkilemiştir. Bunun sonucu olarak da bugün Trakya’nın iç kesimleri ile İç Anadolu’nun büyük kısmının eski doğal bitki örtüsünü hiç bilmiyoruz ve hiçbir zaman da bilemeyeceğiz.
Traktör, kıyı kumullarını da çok büyük oranda etkilemiştir. Seyhan deltası kıyı kumullarına ait 1947 ve 1992 yıllarına ait hava fotoğraflarını Dr. Yılmaz Bal ile incelediğimizde 4 510 ha kıyı kumulunun tarım arazilerine ve seralara dönüştürüldüğünü gördük. Ceyhan deltası kıyı kumullarının 1948 ve 1992 yıllarına ait hava fotoğrafları incelendiğinde de 2 525 ha kıyı kumulu, 1 838 ha tuzlu toprak ve 25 ha bataklık alanın tarım arazilerine dönüştürüldüğünü tespit ettik. Göksu deltasının 1951 ve 1990 yıllarına ait hava fotoğraflarından da 419 ha alanın tahrip edildiğini ve bu tahribin % 95’inin tarım yoluyla olduğunu gördük. Kıyı kumulunun doğal bitki örtüsünün temizlenip, tarım yapılmasını Türkiye’nin hemen hemen tüm kıyı kumullarında görmekteyiz. Kıyı kumul alanlarının büyüklüğüne göre tahrip edilen alan miktarı da değişmekte. Örneklerini verdiğimiz kıyı kumulları ise en büyük tahriplerin yapıldığı kumullar.
1948 yılından itibaren artan traktör sayısına bağlı olarak kıyı kumullarının tahribat oranı da artmıştır. Hazineye yani devlete ait bu alanlar için devletin hiçbir tedbirinin olmaması da kıyı kumullarının ne kadar sahipsiz olduğunu göstermekte. Aslında kıyı kumulları toprak sınıflandırmacıları tarafından toprak değil “Arazi Tipi” olarak gösterilmesine rağmen Türkiye’de traktörün yardımıyla kıyı kumulları üzerine toprak getirilip serilerek buralar tarım arazilerine dönüştürülmeye çalışılmıştır. Maalesef bazı ziraatçı akademisyenler kumullarda bazı meyvelerin yetiştirilmesi konusunda tez konusu vermişlerdir.
Ancak 5 Ekim 2011 tarihli gazetelerdeki haberlerde Profesör ünvanlı, yıllarca çevre bakanlığı ve çevre ile ilgili kuruluşlarda görev yapmış Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun söyledikleri kadar bizi şaşırtan bir olay hatırlamıyoruz. Bakan’ın Uludağ Milli Parkını dünya turizmine açma girişimi ve söylemleri son derece tehlikeli. Çünkü “Milli Park” tanımlamasındaki park kelimesi eski Fransızca ve o da Latince ’den gelmekte olup “Koruma” anlamına gelmekte. Yani milli park demek “Ulusa ait korunması gereken alan, Ulusça korumamız gereken alan” demek. Ve milli parklar konusunda yasalar olmasına rağmen Orman bakanının millete ait bir alanda şahsi inisiyatif kullanabilmesi tehlikeli bir gelişme. 39 milli parkın dışında değişik statüde yüzlerce koruma alanlarını aklımıza getirdiğimizde bu işin sonunun nereye kadar gideceğini ister istemez merak ediyoruz. Şurası unutulmamalıdır ki bazı değerleri parayla ölçmek mümkün değildir.