Pandemi Çağı’ndan kaçabilmek
Öyle bir yıl yaşıyoruz ki, bütün afetler üstüste geliyor. Depremler, su baskınları, kuraklık aynı çizgide olabiliyor.
Gelgelelim, bu yılın markası, çok canımızı yakan Covid-19.
Dünyayı ve hayatımızı karmakarışık karmakarışık etti.
2020’nin son iki ayına giriyoruz.
Yılın, nasıl geçtiğini anlamadık, kendimizi koruyalım diye zalim virüsle boğuşup durduk.
Hükümetlerarası yayınlanan bir rapora göre de çok iyi haberler gelmiyor. Covid -19 ve gelecekte karşımıza çıkabilecek pandemi risklerine hangi etkenlerin yol açtığını açık açık anlatmaya karar verdim.
Söz konusu rapor, doğa tahribatı ile artan pandemi riski arasındaki bağlantıları incelemek için “Biyoçeşitlilik ve Ekosistem Hizmetleri Üzerine Hükümetlerarası Bilim ve Politika Platformu yani kısa adıyla IPBES tarafından hazırlanmış.
Dünyayı yöneten ülke yöneticileri, çarpıcı değişiklikler yapmadığı sürece çok daha büyük maliyetli ve ölümcül salgınlarla karşılaşacağız.
Rapor kısaca diyor ki, “Artık doğayı ve çevreyi yeterince katlettiniz, Covid -19 geldi, yine anlamadınız. Trilyonlarca doları, virüsten kurtulmaya harcasanız da, arkadan daha büyük salgınlar gelmeden tüm tedbirlerinizi alın..”
Rapordaki tahminler, şu anda memelilerde ve kuşlarda 1.7 milyon kadar daha keşfedilmemiş virüsün bulunduğunu ve bunlardan 850 bin kadarının insanlara buluşma gücüne sahip olabileceğini gösteriyor.
Temmuz ayında yaşadığımız pandeminin küresel düzeydeki olası maliyetinin 8 ila 16 trilyon dolar olacağı tahmin edilmişti.
Yeşil ekonomik iyileştirme paketlerine ihtiyaç var.
EcoHealth Birliği Başkanı ve IPBES Çalıştayı Başkanı Dr. Peter Daszak, şöyle konuşuyor: “Ortada bir sır yok. Tarımın ve sürdürülebilir olmayan ticaretin yaygınlaşması ve yoğunlaşması da dahil olmak üzere arazi kullanma biçimimizdeki değişiklikler, üretim ve tüketim biçimleri doğayı altüst etmekte, yaban hayatı, besi hayvanları, patojenler ve insanlar arasındaki teması arttırmaktadır. Pandemilere giden yol budur.”
Bu yolu tıkamak için de başta yaban hayatı, besi hayvanları ve insanların birbirleriyle temas olanaklarını sınırlayarak yeni hastalıkların yayılmasını önlemeye yardımcı olacak.
Şimdi gelelim raporun sorunlara çözüm için neler yapılması gerektiğine yönelik politika seçeneklerine:
Konsey kurulmalı, vergi getirilmeli
Pandemilerin önlenmesi amacıyla Hükümetlerarası Konsey kurulması önerilerin ilk başında yer alıyor.
İkinci sırada insan, hayvan ve çevrenin yararını gözetecek küresel hedefler, üçüncüsü et tüketimi, hayvancılık ve yüksek pandemi riskine sahip diğer faaliyetlerin vergiye tabi tutulması. Pandemi önleme programları çerçevesinde yerli halkların ve yerel toplulukların katılımlarına ve bilgi düzeylerine önem verilmesi;ulusal hükümetler bünyesinde “Tek Sağlık” yaklaşımının kurumsallaştırılması ve en son da pandemi ve yükselen hastalık risklerinin sağlık etki değerlendirmesinin büyük imar ve arazi kullanımı projelerine dâhil edilmesi.
Diğer yandan da arazi kullanımına yönelik mali yardımların yeniden düzenlenerek biyoçeşitliliğe, sağlığa yönelik faydaların ve risklerin kabul edilmesi, hatta açıkça hedef olarak belirlenmesi.
Raporda ana hatlarıyla belirtilen ve bizi pandemilerin en kötü etkilerinden koruyabilecek birçok politika seçeneğinin aynı zamanda bizi biyoçeşitlilik kaybından ve iklim krizinin getireceği felaketlerden de koruyabileceği öngörülüyor.
Önleme kapasitemiz yüksek
Anlaşılan salgın süresince bu konuları çokca tartışacağız.
Dr. Daszaka’ya göre muazzam ölçekteki bilimsel kanıtlar aslında çok olumlu bir sonuca işaret ediyor.
Nasıl kullanılacak bu potansiyel?
Dr. Daszaka anlatıyor kısaca: “Pandemileri önleme kabiliyetimiz yüksek, ancak şu andaki mücadele etme biçimimiz büyük ölçüde bu kabiliyeti gözardı ediyor. Halen hastalıklar ortaya çıktıktan sonra aşı ve tedaviler yoluyla frenleme ve kontrol altına alma girişimlerine bel bağlıyoruz.”
“Oysa, pandemi çağından kaçabiliriz, ancak bu, kontrol altına alma yaklaşımına ek olarak önlemeye daha fazla odaklanmayı gerektiriyor.”
Bugünleri yaşayıp salgın bitince her şeyi unutmak yerine pandemiyi ortaya çıkmadan önlemeye çabalamalıyız.
Yani, insan faaliyetinin doğal çevremizi bu kadar köklü bir biçimde değiştirebilme gücünün olması her zaman olumsuz bir durum olmak zorunda değil.
Bu aynı zamanda, ileride gündeme gelebilecek “pandemi riskleri”ni azaltmak ve eşzamanlı olarak doğanın korunmasına katkı sağlayarak, iklim değişikliğini sınırlandırmak için gerekli değişimi başlatabilecek gücümüzün olduğunun da bir kanıtı.
SERBEST PİYASA FANATİZMİ YETTİ!
Geçenlerde, WEF - Dünya Forum Başkanı Klaus Schwab’la yapılan bir söyleşiyi okudum.
Schwab da salgın sonrası neo-liberalizmin son yarım yüzyıl boyunca inşa ettiği sosyal, ekonomik ve çevresel riskleri açığa çıkardığını belirtiyordu.
“Günümüzdeki küresel durumun derin belirsizlikleri arasında bile bir şey yeterince açık; Eski varsayımları sorgulamaya ve yeni paradigma geliştirmeye başlamanın zamanı geldi” diyen Schwab’ın değerlendirmesi şöyleydi: “Böyle bir krize verilecek kabul edilebilir yegane tepki ise ekonomilerimizde, siyasetimizde ve toplumlarımızda yaşanan “Büyük Sıfırlama”nın peşini bırakmamaktır.”
Gerçekten doğru bir düşünce.
Schwab’a göre küresel ekonomik sistem de kendisini sorgulamalı ve anlamını yitirmiş yaklaşımlarını da açık bir zihinle yeniden değerlendirmeli. Bunların başında da neoliberal ideoloji geliyor tabii ki..Serbest piyasa fanatizmi, işçi haklarını ve ekonomik güvenliği erozyona uğratmış, dibe doğru giden bir kuralsızlaşma yarışı ve yıkıçı vergi çekişmesini tetiklemiş, adaletsizliğe önayak olmuş, devasa ölçekteki yeni küresel tekellerin ortaya çıkmasına da olanak yaratmıştı tabii ki..
Yine ona göre bildiğimiz haliyle kapitalizme olan kollektif bağlılık da yeniden gözden geçirilmeli ve şirketler yalnızca para için değil kamu için de çalışmalılar.
İZMİR VE EGE HOLLANDA’YI GEÇMELİ
Sevgili okuyucular, sizlere bu yazıyı yazarken, İzmir’de ve Ege’de büyük bir deprem oldu. İstanbul’da 1999 depremini yaşayıp şu anda İzmir’de olan insanlarımız, “Adeta 1999 depremi gibi sallandık” dediler. Büyük geçmişler olsun.
Üç gün önce İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer ile EGD üyeleri olarak bir “zoom toplantısı” yapmış, “Yerel Kalkınma” üzerine konuşmuştuk.İzmir, kalkınmayı tarım ve turizm alanlarında başarmak istiyor.
Soyer, yaşadığımız şu pandemi sürecinde yerel kalkınmanın ve tarıma yatırım yapmanın çok daha öne çıktığını anlatırken 10 milyonluk Hollanda’nın bu alanda neler yaptığına dikkat çekerden “Hollanda’nın toprağı Ege Bölgesi’nden biraz büyüktür. Ama biz o ülke kadar kazanamıyoruz. Bunu hazmediyorum. Bizim Hollanda’yı geçmemiz lazım” dedi.
Soyer’in hedefleri büyük. Ona göre yerli tohuma sahip çıkmak, üretilen ürünü işlemek ve katma değerini yükseltmek lazım. Bunun da yolunun üreticilerin kooperatif veya birlikler çatısı altında örgütlenerek ürünlerini Türkiye ve tüm dünyaya satabilmeleri önemli. Bu da havzasal planlama gerektiriyor. Kooperatiflerden ne üretilse aldıklarını da ifade eden Soyer, şimdi yaşanan büyük depreme odaklanmak durumunda.