TARIM-TURİZM İKİLİSİ BİRBİRİNİ KURTARIR MI?
COVİD-19 TARIMSAL TURİZM İÇİN BİR MİLAT ADETA
Covid 19 illeti hafiflerken insanları saran “gıda bulabilecek miyiz” kaygısından bir önceki yazımda söz etmiştim Haber Analiz okurlarına…
Tüm bu endişeler bir dizi kurgu sonucudur desek dahi gün geçmiyorki bir yeni anlayış, akım veya model gündeme gelmesin
Bu ortamda Sağlık, Tarım,- Gıda, Turizm, Teknoloji iç içe geçmiş bir “bütün” oluşturdu gibi…
COVID-19 salgını güvenilir gıdanın önemini, yerel gıda ve yerel üretici kavramının ülke için ne kadar önemli olduğunu bir kez daha göstermiş oldu ve tarımsal üretimde büyük üreticiye olduğu kadar kadar küçük üreticiye de ihtiyaç olduğunu açıkça izledik.
Tabaklarımıza giren gıdaların çoğu arazide ve toprakta üretiliyor ve onu ürettiğimiz arazi ve topluluklar ile olan ilişkilerimizi yeniden gözden geçirme vakti gelmiş gibi.
Yani bir yandan Sağlık, Tarım, Gıdanın ayrılmazlığına tanıklık ettik, diğer yandan, salgının, (uluslararası seyahati aniden durma noktasına getirdiğinden) turizm endüstrisini önemli ölçüde olumsuz etkilediğini gördük.
Bu ortam, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yenilikçi turizm modellerine ihtiyacı netleştirdi; çeşitli yeni turizm biçimleri ve çözümleri keşfedilirken, yurt dışına çıkamayan “yerli turistler iç pazarın canlı kalmasına yardımcı oldu” gibi bir algı gelişti sektörde…
Sosyal açıdan yenilikçi ve sürdürülebilir turizm ihtiyacına yanıt olarak “slow tourism-yavaş turizm” eğilimi yerini yapacak gibi gözüküyor; SlowFood, yerel mutfakların sürdürülebilirliğini, kültürlerin bozulmadan devamlılığını ve biyo çeşitliliğin korunmasını sağlamayı amaçlamaktadır.
SlowFood ve CittaSlow hareketi hızlı yaşama karşı sürdürülebilirliği savunmakta olduğundan, kırsal turizmi odağına almıştır.
Tabaklarımıza giren gıdaların çoğu arazide ve toprakta üretiliyor ve onu ürettiğimiz arazi ve topluluklar ile olan ilişkilerimizi yeniden gözden geçirme vakti gelmiş gibi.
Yani bir yandan Sağlık, Tarım, Gıdanın ayrılmazlığına tanıklık ettik, diğer yandan, salgının, (uluslararası seyahati aniden durma noktasına getirdiğinden) turizm endüstrisini önemli ölçüde olumsuz etkilediğini gördük.
Bu ortam, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yenilikçi turizm modellerine ihtiyacı netleştirdi; çeşitli yeni turizm biçimleri ve çözümleri keşfedilirken, yurt dışına çıkamayan “yerli turistler iç pazarın canlı kalmasına yardımcı oldu” gibi bir algı gelişti sektörde…
Sosyal açıdan yenilikçi ve sürdürülebilir turizm ihtiyacına yanıt olarak “slow tourism-yavaş turizm” eğilimi yerini yapacak gibi gözüküyor; SlowFood, yerel mutfakların sürdürülebilirliğini, kültürlerin bozulmadan devamlılığını ve biyo çeşitliliğin korunmasını sağlamayı amaçlamaktadır.
SlowFood ve CittaSlow hareketi hızlı yaşama karşı sürdürülebilirliği savunmakta olduğundan, kırsal turizmi odağına almıştır.
Özellikle büyük kent yaşamlarındaki yoğun stres, kırsala kaçışı tetiklemiş, “bio/organik” yeme eğilimini güçlendirmiştir.
SlowFood hareketinin, öne çıkardığı kırsal turizm, COVİD 19 ile pekişerek güçlü bir tarım turizmi ile devam edecek gibi görülmektedir.
Yani Tarım, Gıda ve Turizm arasındaki bağı sanki salgına borçluyuz gibi bir analiz oluşuyor.
Aslında, 1998 yılında Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi 2002 yılını “Uluslararası Ekoturizm Yılı” olarak ilan etmiştir.
Ekoturizm tanımı temel olarak sürdürülebilir çevre ve kırsal kalkınma üzerinden açıklanmaya çalışılmaktadır.
Eko turizm pazarının 2030 perspektifi ile 120 Milyar ABD Dolarına yaklaşacağı FAO gibi kaynaklarca tahmin edildiğinden ülkeler amansız bir yarış içerisine girmek durumunda kalmışlardır.
AMANSIZ YARIŞTA GASTRONOMİ KURTARICI
Bugünün turizm sektörü oldukça çelişkili gözükmektedir; bir yandan küreselleşmeyi kuvvetlendirirken, diğer yandan yerel kaynakların değerlendirilmesi ön plandadır.
Turizm destinasyonları arasında artan kuvvetli bir rekabet gözlemlenirken, diğer yandan giderek sorunlu hale gelen hale gelen bir çevreye duyarlılık konusunda sektör tedbir almak durumundadır.
Esasen 2. Dünya Savaşı sonrasında ekonomik büyüme, bütçe politikaları ve 30 krizini takip eden süreçte turizm, sektör olarak resmi sıfat kazanmıştır.
Sektörün ciddi anlamda ekonomik ve sosyal öneminin 1980’lerde ön plana çıktığı izlenmiştir; Fransa dahil birçok ülkede sektöre dair bir Bakanlığın bu tarihlerde tesis edildiği görülmektedir.
Ancak, tüm yetkilere haiz sektörün beklediği bir Bakan’ın ataması, örneğin Fransa’da 2012 yılında olabilmiştir.
DTÖ (Dünya Turizm Örgütü)’ne göre 2018 verilerince, sektör cirosu %6’lık artışla 1 400 milyar dolara ulaşmış, dünya turizminden en fazla geliri elde eden ilk 5 ülke sırasıyla ABD, Çin, İspanya (65.2 milyar dolar), Fransa (55.4 milyar dolar), İtalya (45.5 milyar dolar) olmuştur.
Kıtalar açısından incelendiğinde şüphesiz en fazla turisti Avrupa çekmeye devam ediyor: Geçen yıl Avrupa'yı 584 milyon turist ziyaret etti ve bunların payı %39 olmuş gözüküyor.
Amerika kıtasına ise 182 milyon turist geldi ve payı %16 Ortadoğu'ya giden turist sayısı da yüzde 4 artış göstermiş tahmin ediliyor.
Afrika ise %5 artış ile 56 milyon turist çekmeyi başarmış.
2009 yılında da aynı kaynağa göre 852 milyar dolar cirosu olan sektörde %94’lük pay ile ABD tartışılmaz lider olurken, Avrupa’da İspanya’yı İtalya yakından takip etmekteydi.
Turist çekme yarışında olan ülkelerin bu yeni akıştan azami faydayı sağlama gayreti muhtemel stratejilerdendir: AsyaPasifik bölgesinden gelen turistler toplamın %24’üne denk olmuştur; Bu arada Çin'de yurtdışı turizm harcamalarının yüzde 27 gibi olağanüstü bir büyüme kaydettiğinin altı çizilmeye değerdir.
Bugün yeni ortama ayak uydurma gayreti özellikle bu yeni turistleri ağırlama kapasitesine haiz kuvvetli bir alt yapı ve donanımlı, yeni farklılaşmış hizmetler sunmayı, gerektirmektedir: ‘Çinli turisti nasıl tavlarım’? ‘Rus turistin ayağını nasıl alıştırırım’? sorusunu yarıştaki tüm ülkeler mutlaka sormaktadırlar.
Yerel havalimanları ve uygun yeni hatlar iddia sahibi birçok ülkenin gündeminde yer almaktadır; örneğin Fransa Chalon sur Saone bölgesi Rus turistlere yönelik olarak Rusya’dan yeni hatlar açmıştır.
“Hocam Rus Turist” dediğinizi duyar gibiyim…
Bu saptamalarım son kriz öncesine ait tabi…
Kültür turizmine yönelik, kısa konaklamalı ‘a la kart’ geziler ağırlıklı olduğu izlenimi hakimdir.
Avrupa’da liderlerden İspanya, İtalya tanıtımda, özellikle yaşam biçimleri ve kültür mirası açısından, son derece aktif olmaya devam ediyor.
Kültür faaliyetleri, ve ağırlama kalitesi bakımından Avrupa’da İspanya ve İtalya, diğer bir turizm ülkesi olan Fransa’nın oldukça önündedir.
Özellikle anılan ülkelerde ‘şehirlerde’ turistik konaklamalara rağbet artmış gözükmektedir.
Küresel turizm ve gidilecek yerler arasındaki rekabet arttıkça, yerel ve bölgesel kültürel miras, turistlerin giderek daha fazla ilgisini çeken belirleyici bir faktör haline gelmiştir.
Gastronomi turizmi bu bağlamda özellikle önemli hale gelmiştir.
Aynı biçimde ‘a la kart’ tatiller, yani kişiselleştirilmiş turizm şekli şirketlerin ayak uydurma gayretlerinin olduğu alandır: kültür ve mutfak keşiflerine de ilginin arttışı gözlemler arasındadır.
‘Citybreaks’ diye anılan turizm şekli bir şehirde kısa konaklamayı, restoranlar, şehir gezileri ile süslemektedir.
Bu süreçte insanların ulaşımda geçireceği vakti mümkün olduğunca kısa tutarak, şehir gezisini optimuma getirmek kısaltılmış yeni turizm versiyonunun olmazsa, olmazlarındandır.
Turistin gelişini tüketim ve ülke/bölgenin ekonomik büyümesi ile uyumlamak en baş amaçtır.
Gastronomi turizmi yeni sayılacak bir akım olup, yeni hizmetler getirmiştir.
Turistlerin 1/3’ten fazlası artık gıda odaklı gezmektedir.
Bu nedenle, iyi ve kaliteli bir tatilde gidilen destinasyonun ‘Mutfağı’ son derece hayati önemdedir.
2 Dr. Binhan OĞUZ Gastronomi turizmi, genel olarak günümüz turizmi gelişiminde yerleşik olan geleneksel değerleri içermektedir; Gastronomi Turizmi sürekli olarak yeniden canlandırması ve çeşitlendirmesi, yerel ekonomik kalkınmayı teşvik etmesi, birçok farklı profesyonel sektörü dahil eden yapısı ile dikkat çekmektedir.
Gastronomi turizmiyle ilgili faaliyetlerin başında yemek etkinlikleri geliyor.
Dünyada bu alanda faaliyette bulunan kuruluşların yüzde 80’e yakını yemek etkinliklerine yönelik ürün ürettiklerini söylüyor.
Gastronomi Turizmi varış yerlerini tanıtmaya ve markalaştırmaya, yerel gelenekleri ve çeşitlilikleri korumaya, özgünlüğü kullanmaya ve ödüllendirmeye katkıda bulunur.
Bu noktada Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO)’nün Yaratıcı Şehirler Ağı, farkındalığı artıran önemli bir oluşum olarak karşımıza çıkmaktadır.
UNESCO Yaratıcı Şehirler Ağı (UCCN), şehirlerin yaratıcı kültürel unsurlarını korumak amacıyla “UNESCO Kültürel Çeşitlilik Küresel İttifakı” kapsamında UNESCO bünyesinde kurulmuştur.
Söz konusu platformda yer almak isteyen şehirler yaratıcı unsurlarını keşfedip sahip oldukları özelliklerini ön plana çıkarır; tarımsal ürün çeşitliliği başta olmak üzere doğal çevre, coğrafi konum, altyapı, rekreasyon alanları ve diğer beşeri yapılar gibi birçok unsur şehirlerin kimlik kazanmasında kilit unsurlar olmaktadır.
Şehirlerin kendi içinde oluşturduğu turizm imajı da bu bağlamda daha fazla önem kazanmaktadır.
Dolayısıyla her bölgenin kendi çekiciliklerinin farkına varması ve pazarlama unsurlarını kendi dinamiklerine göre belirlemesi bilinçli bir yaklaşım olarak değerlendirilmektedir.
Ülkemde birçok şehir gastronomi turizmine gerçekten aday olabilir her ne kadar İtalya ve İspanya ki şehirler gibi müthiş iletişim bütçesi olmasa da, bugün Fransa’nın yaptığı gibi tarihi varlığını ön plana sunmak ile de yetinebilir…
Gastronomi, Tarım Turizm bir bütün olarak ele alınabilecek zenginliğimiz yine de kurtarıcı olacaktır…