ETİKETLERLE SAVAŞTAN NASIL GALİP ÇIKARIZ?
Mücadelenin adına ne diyersek diyelim, başta gıda maddeleri olmak üzere aşırı fiyat artışları durmak bilmiyor.
Maydanozdan dometese, tuzdan yağa, bakliyattan taze sebze ve meyveye kadar, her ürün günden güne pahalılaşıyor. Et fiyatları ulaşılabilir olmaktan zaten çoktan çıktı.
İki günde bir markete gittiğimde almak istediklerimle mecburen almak zorunda kaldığım ürünlerin ETİKETLERİ, durmadan değişiyor. Mutfağı çevirmek ince ihtisas işi haline geldi.
Size bu maceralarımdan sonurcusunu anlatmak isterim.
Evde eşim ve ben yani iki kişiyiz.
Emekli maaşlarımız eskiden dengeli olmak kaydıyla idare ediyordu. Ancak son 6 ayda bu denge iyice yok oldu.
Ucuzcu marketlerin bile sadece adı kaldı.
Sabah en yakınına uğruyorum, önce şöyle bir geziniyorum, mevsim sebze ve meyvelerinin etiketleri, 50 kuruş ve 2 lira arasında yine yükselmiş. Hadi diyorum, domatese yöneliyorum.
En ucuzunun fiyatı 6 liradan aşağı değil. Ondan alıyorum, elma mı, portakal mı derken bir gün portakal, bir gün elma alıyorum. Kiloda 7 lira gibi. Üç adetten fazlasına girişmiyorum.
Bir gün değişiklik yapmak istedim, mandalinaya yöneldim, öyle ya tek tip yemek her gün sıkıcı oluyor. Baktım 6. 50’lik bir etiket var. Ama mandalinalar delik deşik. Seçiyorum tek tek..
Et mi tavuk mu? Kıymanın en ucuzunun kilosu 60 liraya yakın.
Tavuk ŞİMDİLİK biraz daha düşük. Ona yöneliyorum.
ETİKET DEĞİŞTİRMEYE YETİŞEMİYORUZ
Neyse uzatmanın anlamı yok, etiketlerle savaşa savaşa alışveriş torbasını dolduruyorum. Değişiklik olsun amacıyla, minik bir gözleme alıyorum. Üzerindeki fiyat etiketi 5 lira.
Kasaya geliyorum, diyorlar ki gözleme 9 lira. Nasıl olur, niye fiyatı değiştirmediniz. Kasiyer diyor ki, “Merkezden fiyat bir saat önce değiştirildi, etiketi henüz yenileyemedik..”
Almaktan vazgeçiyorum.
Evde şampuanın bittiğini hatırlıyorum. O bölüme gidiyorum hemen. Kullandığım şampuan ve saç kremine de zam gelmiş.
İkisinin etiket fiyatı 45 lira olmuş.
Hadi, ne yapacağım, almak zorundayım. Annem geliyor aklıma, “Şampuan kullanma, zeytinyağlı sabunla yıka saçını” diyordu hep. Öyle mi yapsam filan derken, bu kez de alayım, sonrasını düşünürüm oluyorum.
Kasa sırasında arkamda olan bir kadın, “Gördünüz mü, tanesi 7 lira avakadolar kimse almadığı için çürümüş. Oysa fiyat indirseler biraz, öyle olmazdı..”
“Haklısınız” diyerek onu onaylıyorum. Etiket fiyatı yüksek olup alınmayan ürün o kadar çok ki. Mesela armut, mesela üzüm, mesela kivi.. Bunlar ilk aklıma gelenler.
Bir tutam maydanoz 2.5 lira, pes artık.
Fiyatları çok yükseldiği için paketi 4 liradan 7 - 8 liralara çıkan francala dışı farklı ekmeklerde de satışlar düştü.
Epeydir kuruyemiş fiyatları çok arttığı için o bölümlere uğramıyorum bile.
KURAKLIKLA MÜCADELEYE HAZIR MIYIZ?
Peki ne yapacağız? Nerede ne ucuz gibi de düşünemeyiz. Çünkü, en ucuz pazarlarda bile ucuzluk yok.
Bu durumun izahı çok. Çiftçilik neredeyse can çekişiyor.
Kuraklık aldı başını gitti. Yağışlar çok azaldı.
Sulak alanlar kuruyor. Göller, barajlar, nehirler, çaylar ve dereler kuruyor. Kimseler bu durumu GÜNDEM maddesi yapmıyor.
Ekim yaptıkları toprakları çölleşen üreticilere özel destekler gelmesi, sulama alternatiflerinin ele alınması lazım.
Etiket fiyatlarının artması sadece enflasyona bağlanamaz.
Dolar krizi, ithal girdiler nedeniyle üreticiyi çok etkiliyor ama kuraklık da giderek en büyük olumsuz unsur halinde karşımıza çıkıyor, bunu bilelim.
GÜÇLÜ EKONOMİYE GEÇMELİYİZ
Bakın bir kez başarmıştık, yine başarmalıyız. 2002 ve 2005 yılları arasında bu ülke, enflasyonla mücadeleyi kazanmıştı.
Nasıl mı?
Bülent Ecevit’le Devlet Bahçeli koalisyon hükümeti, dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Anayasa kitapçığını fırlatmasıyla çalışamaz hale gelmişti.
Uygulanan döviz kuru rejimi, Şubat 2001’de çöktü tabii ki.
Faizler uçtu, döviz kuru sıçradı da sıçradı. Enflasyon patladı.
2001 şubat ayında tüketici enflasyonu yüzde 33.4 düzeyindeydi. Sonra giderek yükseldi ve Ocak 2002’de yüzde 73.2 oldu.
Mayıs 2001’de ‘Türkiye’nin Güçlü Ekonomi’ye Geçiş Programı’ adı verilen program uygulanmaya başlandı. Biliyorsunuz, Kemal Derviş’i getirdi Ecevit. Ve ekonomide tüm ipleri onun eline verdi.
Derviş, programa sadık kalarak tüm gerekenleri yerine getirdi ve IMF ile de stand-by yapıldı. Enkaz kolay toparlanamadı. Özellikle batan bankalar sisteme darbe vurmuştu.
Erken seçime gidildi, AK Parti iktidara geldi.
Başbakan olan Tayyip Erdoğan ve kurmayları, bu programın özüne sahip çıktı ve benzeri bir program uyguladı. Sonuçta enflasyon Aralık 2005’te yüzde 7.7’ye kadar düştü. Sonra uzunca bir dönem -2017’ye kadar- yüzde 8 civarlarında dalgalandı durdu.
Zaman zaman çok düşük iki haneli düzeylere çıktı (en fazla yüzde 11.7), ender olarak da yüzde 4’leri gördü.
Kısaca, enflasyondaki çarpıcı düşüş o dönemde gerçekleşti.
Güçlü bir ekonomik program sayesinde oldu.
Bütçe açığını ve kamu borcunu giderek aşağıya çeken bir maliye politikası, bankacılık sektörünü güçlendiren bir finansal istikrar politikası ve enflasyona odaklanan ciddi bir para politikası uygulandı. TCMB ve BDDK gibi kurumların bağımsız ya da özerk olmalarını sağlayan ve bazı önemli yapısal sorunları çözmeyi amaçlayan reformlar yapıldı. Bunlar Türkiye’ye ilişkin RİSK algısını önemli ölçüde azalttı.
Ayrıca AB ile Türkiye arasındaki ilişkiler çok olumlu gelişti. Dış politikada fazla sorunlar yaşanmadı.
Anlaşılan o ki, sadece para politikalarıyla enflasyonda başarı sağlanamaz. Uluslararası siyasi ilişkiler ve makro politikaların da düzgün olması gerekiyor.
Kısaca diyorum ki, MAZİ’ye bir bakarsak bugün yaşadığımız sorunları çok daha iyi çözeriz.
YAPARIZ biliyoruz...