İKTİDARLAR NEDEN BAŞARAMIYOR?
ABD’de seçimlerde yenilmeyi içine sindiremeyen Cumhuriyetci muhafazakarların Başkanı Trump, başta kalmak için her yolu denedi.
Sonunda da darbe kalkışması oldu ve tarihi Kongre binası adeta basıldı, 4 kişi öldü, ne kadar yaralı olduğu henüz bilinmiyor.
Başkent Washington, en son 200 yıl önce böyle olaylarla karşılaşmıştı.
Trump, eğer demokrasiye inanan bir lider olabilseydi, bunlar olmayacaktı.
Ben DARBE sözcüğüne alerjisi olan biriyim. Hayatta yenmek ve yenilmek her zaman var. Yenildiğiniz zaman bunu kabul etmeli, yeniden ayağa kalkıp kazanmak için her çabayı göstermeliyiz.
Hayat, basit ve zorlanmaya gelmiyor, başka yollardan yeniden kazanabilirsiniz.
Son zamanlarda yine darbe sözcüğünü çok duyar olduk. Genelkurmay Eski Başkanı İlker Başbuğ, yazdığı kitabı anlatırken “Menderes, erken seçime razı olsaydı, 1960 darbesi olmazdı” anlamında sözler söyledi.
Bir gazetenin manşetine çıktı.
Bu da iyi olmadı. Sayın büyüklerimiz, lütfen darbeyi çağrıştıracak sözler etmeyin. Hafızanızı yenileyin, önümüzü açacak cümleler kurun.
Medya yöneticileri de çok dikkatli olmalı.
Ülkenin binbir derdi var, pandemiyle başımız dertte.
Günlerce boş tartışmalarla uğraşıyoruz, havanda su dövüyoruz.
Zamanımıza ve enerjimize yazık oluyor.
YÜKSEK PERFORMANSLA
BAŞLAYIP DÜŞÜŞE GEÇİYORLAR
Şimdi meselenin özüne gelmek istiyorum.
Geçenlerde ABD’den, Şikago İllinois Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ali T. Akarca’dan ilginç bir tesbit geldi.
Hoca oturup araştırmış ve Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Turgut Özal ve Tayyip Erdoğan iktidarlarının ekonomik performanslarını masaya yatırmış. Çünkü bu liderler, en uzun koltuğunda kalıp ülkeyi yönetemler.
Akarca’ya göre onların ortak özelliği, ilk yıllarında başarı grafiklerinin sürekli yükseldiği, ikinci 5 yılın başlarından sonra ise düşüşe geçtikleri yönünde sonuçlar elde edilmiş olması.
Akarca, ekonomiden hareketle şu tesbiti yapıyor:
“İktidarda geçen süre ile kişi başına düşen GSYH’deki büyüme oranı arasında ters - U şeklinde bir ilişki var. Uzun ömürlü Türk hükümetlerinin ilk dönem performansları istinasız sonraki dönemlerinkinin 3 - 5 katı. Aslında bu bir tek Türkiye’de görülen bir şey de değil. Gelişmekte olan ülkelerin kaderi gibi.”
Peki nedir öyleyse?
ANAP döneminin ekonomik kurmayı ve Turgut Özal’dan sonra 2 numaralı adamı Kaya Erdem, bu durumu “Neden Başaramıyoruz?” kitabında iktidarların denetimsizleşmesine bağlıyor.
Hatta bir özeleştiri yapıyor ve anlatıyor:
“Denetimsiz iktidar gücünün yozlaştırma etkisi Menderes ve Demirel’den sonra Özal’da da görülmeye başlamıştı, çok yakınında olduğum için bunu ilk hisseden kişi de ben oldum diyebilirim.
“Önce Özal’ın davranışlarını yadırgadım. Daha sonra kendime, ‘Kaya, Özal 3-4 yıl dayandı. Sen de bu iktidar gücüne sahip olsaydın, belki 2’inci yılda bozulacaktın’ diyerek, Özal’ın hatalarını ve yanlışlarını sonuna kadar düzeltmeye çalıştım. 1988 başında da görevimden ayrılmak zorunda kaldım. İstifa ettim.”
BABACAN DA ERDEM’İ İZLEDİ
Biliyoruz ki, Tayyip Erdoğan’ın çok uzun süre yardımcısı ve ekonomi kurmayı olan Ali Babacan da aynı yolu izledi. Ayrılıp DEVA Partisi’ni kurup başına geçtiğinde de sürekli Erdoğan’ın ve yakın çevresinin yanlış icraatlerinden söz eder oldu.
Neden Babacan, Erdem’i izledi?
Babacan sık sık anlattı derdini. Bakanlığı döneminde hatalardan dönülmesi yolunda yaptığı eleştirilerin dikkate alınmadığını söyledi,
Sonunda da ayrılmak zorunda kaldığını ve parti kurarak bu sorumluluğu üstlendiğini vurguladı.
Erdem parti kurmamıştı, Babacan daha cesur davrandı. Ne de olsa, serde gençlik var. Şansını deneyecek ve özgül ağırlığını görecek.
Gelişmekte olan ülkelerin şansları iktidarların 41’inci ayından sonra dönüyor.
Prof. Daron Acemoğlu ile arkadaşının Ulusların Yükselişi ve Düşüşü kitabında da ele alınır bu mesele çok ayrıntılı olarak.
Gelişmekte olan ülkelerde beş yılı aşkın bir süre başta kalmış 33 liderin borsa performanslarını inceleyen Ruchir Sharma, borsa endekslerinin, gelişmekte olan ülkeler ortalamasına göre, önce yükseldiğini ama bir müddet sonra yatay seyretmeye başladığını tespit ediyor. Dönüm noktası ise iktidarın 41’inci ayı civarına denk geliyor. Gelişmiş ülkeler için ise buna benzer bir görüntü bulamıyor. “
USTA- ÇIRAK MESELESİ
Prof. Dr. Ali T. Akarca, yazısında, Erdoğan’a gönderme yapıyor.
“Sayın Cumhurbaşkanımız, sıkça ilk döneminden ‘çıraklık’, son dönemlerinden ise ‘ustalık’ zamanımız diye bahsediyor. Bunu yaparak, seçmenlere, “Hiç tecrübemiz yokken elde ettiğimiz çok başarılı performansa bakarak, kazandığımız deneyimlerle şimdi ne kadar daha iyisini yapabileceğimizi bir düşünün” demek istiyor
“Ancak gözlemlenen bunun tam tersi. Çıraklık yıllarındaki büyüme ustalık yıllarındakinin çok üstünde. Bu durum sadece AK Parti’ye özgü değil, DP, AP ve ANAP da da görüldü.
Hoca haklı, Kaya Erdem de haklı. Erdoğan iktidarı, 2008 – 2009 yılları sonunda kişi başı milli geliri 12 bin 500 liraya kadar yükseltti, sonra reformlar ve yabancı sermaye girişi yavaşladı hatta durdu. Kişi başı gelir de, “orta gelir tuzağı”na takıldı gitti.
Şimdilerde kişi başı gelir rakamımız 7 bin 500’lere kadar geriledi.
KISIR DÖNGÜ NASIL KIRILIR?
Madem teşhis konuluyor. Gelin nasıl çözüm bulunacağını da ele alalım.
Kaya Erdem’e göre Başkanlık Sistemi, hukukun üstünlüğünü ve kişisel özgürlükleri zedeledi. Bundan ürken yabancı sermaye bize küstü.
Pandemi de tuz – biber ekti.
Hatalarında ısrar eden liderler, güçleri kendilerinde toplamamalı. Onlara yanlışları açıkça gösterilmeli ve gerekirse uyarılmalı.
Prof. Ali T. Akarca’ya göre ekonomik büyüme, kaynakların çoğaltılması kadar, hatta daha fazla, doğru yerlerde kullanılmaları ve verimliliklerinin arttırılmasına bağlı.
İyi bir performans için bu konularda doğru kararların verilmesi, politikaların değişen şartlara göre değiştirilmesi, hataların çabuk fark edilmesi ve çabuk düzeltilmesi gerekiyor.
Bunların gerçekleşmesi için de kararların ciddi bir müzakere ortamında alınması, değişiklik ihtiyaçlarına ve hatalara dikkat çeken bürokratların görevlerinden alınmaktan, milletvekillerinin gelecek seçimde aday gösterilmemekten çekinmemeleri, bilerek veya bilmeyerek hatada ısrar eden liderleri dengeleyecek ve kontrol edecek, icabında demokratik yollarla değiştirebilecek veto oyuncularının olması lazım.
Tabii bahsedilen kişilerin görevlerine liyakat esasına göre gelmeleri de önemli. Tek parti hükümetlerinin ilk dönemlerinde durum az çok böyle ama daha sonra hiçbir zaman öyle kalmıyor.
Türkiye’de sıkça kuvvetler ayrılığının önemi vurgulanır. Bu tabii çok gerekli ama her kuvvetin içinde de kontrol ve denge sağlayacak mekanizmalara ihtiyaç var. Bunların başında parti-içi demokrasi geliyor. Bunun eksikliği yüzünden iktidar partilerinde başlangıçta dengeli ve kontrollü bir şekilde dağılan güç, partinin ekonomik performansı ile gelecek seçimi garantilemesi ve darbe olasılığına karşı daha dayanıklı hale gelmesinden sonra, hızla merkezde ve tek elde toplanmaya başlıyor. Yetenekli politikacılar ve teknokratlar yerlerini lidere biat edenlere bırakıyor.
Düzenleyici kurumların ve Merkez Bankası’nın zaten kısıtlı olan bağımsızlıkları ve basın hürriyeti daha da kısılıyor. Müzakere yerine istişare öne çıkıyor. O zaman da yanlış kararlar artıyor, hatalar geç fark ediliyor, fark edildiğinde de hemen değiştirilemiyor. Yeni yaratıcı fikirler yeşeremiyor.