İstanbul Sözleşmesi 8 yıl sonra çöpe mi atılacak?
Ne zaman İstanbul Sözleşmesi’nden söz açılsa, aile ve İslami değerlere uymadığı, bunun için de sözleşmeden Türkiye’nin çıkması gerektiği üzerinde duruluyor.
İstanbul’da imzalandığı için adını da kentimizden alan sözleşme, kadını yücelten, kadına şiddet uygulanmasına engel olunması için maddeler getiren bir akit. Peki, ne oldu da dindar kesimin yazarları, şimdilerde Sözleşmeyi istemiyorlar?
O günleri çok iyi hatırlıyorum. 11 Mayıs 2011’de Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu İstanbul’da yapıldı. Kadim şehrimizin adını taşıyan İstanbul Sözleşmesi, aile içi şiddetin önlenmesi, özellikle kadınların dayakta, tacizden ve öldürülmekten kurtulması adına umutlar taşıyordu. AK Parti ve o zaman Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan bu konuda adeta önderlik yaptı. Toplumsal bir uzlaşma atmosferi doğdu. Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan ile Sümeyye Erdoğan da KADEM adlı sivil toplum örgütüyle sözleşmenin kabulüne büyük katkılar sağladılar. Aslında tüm kadın sorunsalıyla ilgili dernekler, örgütler ortaklaşa çok çalıştılar. KAGİDER, KA-DER, TÜSİAD’ın kadınlarla ilgili komisyonu, iş adamları, iş kadınları el ele verdiler.
Türkiye, 12 Mart 2012’de Sözleşmeyi imzalayan ilk ülke oldu. Hep birlikte alkışladık, kıvanç duyduk. TBMM’de onaylandı, bundan sonra kadın şiddetine dur denilecek diye sevindik. Artık her yıl yüzlerce kadın sevdikleri, kocaları, akrabaları tarafından hayattan koparılmayacaktı. Çocuk gelinler zorla evlendirilmeyecek okuyacaklardı.
Çocuk istismarlarına göz yumulmayacak bu işi yapanlar cezalandırılacaktı.
2013 – 2015 arasında Andora, Arnavutluk, Bosna Hersek, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İspanya, İsveç, İtalya, Karadağ, Malta, Monako, Polonya, Portekiz, Sırbistan ve Slovenya imzaladı. Almanya, 1 Şubat 2018’de sözleşmeyi yürürlüğe koydu. Diğer bazı ülkeler de onu izledi.
Sözleşmenin arkasında Avrupa’nın olması da ayrıcalık getiriyordu. ABD ve Rusya’nın pek esamesi okunmuyordu. İki süper ülke, sözleşmeye, deyim yerindeyse hala çekimser ve uzak bakıyorlar.
Dert de değil zaten. Türkiye, coğrafyasını iyi kullandı ve İstanbul Sözleşmesi ile İslamafobi yaşayan küresel kesimlere kadınların yanında durarak büyük bir ders verdi.
Ne yazık ki, şimdi yani 8 yıl sonra dindar kesim ve maçolukları gidecek diye korkan farklı erkek grupları, eski gelenek ve göreneklerine geri dönmeye karar vermiş görünerek işi sözleşmeyi iptale götürmeye çalışıyor. Geçenlerde meslektaşım Murat Yetkin, açık açık bu kesimin en dindar cephesi olarak bilinen Fatih Çarşamba’yı mekan edinen İsmailağa Cemaati’nin, İstanbul Sözleşmesi’nin Türkiye tarafından iptalini istediğini yazdı. Şu ana kadar da bir yalanlama gelmedi. Cemaat, Erdoğan’la 12 Ocak 2020’de buluşmuş.
Neden, Cemaat sözleşmeyi istemiyor? İslami değerlere savaş açılıyormuş hüviyeti taşıyormuş da ondan.
Olacak şey değil bu. Çünkü, Sözleşme incelendiğinde görülüyor ki, kadına şiddetin önlenmesiyle ilgili maddeler çoğunlukta. Cemaatin resmi internet sitesinde de Sözleşmeden çıkılması resmen talep edildi. Bakın bu düşünceler açıklanırken, sözleşmeye atfen“Kadına yaratılış amacının aksine misyonlar yüklediği ve bu yönüyle ahlaki yapımızı ve ecdadımızdan bize intikal eden aile medeniyetimizi yıkmayı hedeflediği” iddia ediliyor.
--
Aile, “kadınsız” nasıl korunacak?
--
Aile kavramına bir bakalım. Çekirdek aile, anne-baba-çocuklardan oluşuyor. Geniş ailede anneanne, babaanne, dayı, teyze, hala gibi yakın akrabalar da ikinci çemberde yer alıyorlar.
Eğer anne ve baba yanyana, omuz omuza olursa çekirdek ailedeki çocuk ve çocuklar hem huzurlu ve mutlu, hem de geleceğe umutla bakabiliyorlar. Burada baba rolünü üstlenen erkek, eşiyle aynı ölçüde sorumluluğu üstleniyorsa mesele çıkmıyor. Şayet, ikisinden birisi kaçışa geçiyorsa, bütün yük, erkeğe veya kadına yükleniyor. Evdeki işlerde ortaklık da bozuluyor.
İkisi de çalışıp para kazanıyorlarsa ve bu parayı bölüşüp evlerine çocuklarına harcıyorsa, çekirdek aile gül gibi geçinip gidiyor. Tersi olduğunda ki özellikle erkekler, geleneksel kavramları kullanıyor ve buna ekonomik nedenler de eklenirse eşine destek olmayı bırakıyor. Eğitimli veya eğitimsiz fark etmiyor. Karı koca ilişkilerinde delikler oluşuyor. Kavga, şiddetli geçimsizlik ve sonunda boşanmaya kadar gidilebiliniyor. Gücüne güvenen koca, silahla veya bıçakla hayat arkadaşını yok etme yoluna gidiyor.
Kadın, düşman görülerek ötekileştiriliyor
--
Ses verin kadınlar
--
İstanbul Sözleşmesi’nin tam adı, “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olarak imzalandı tüm üye ülkelerce. Tarikat ve cemaatlerin de dikkate değer itirazları olmamıştı.
Peki şimdi itiraz ediyorlar? AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, “Tabandan talepler geldiğini” söylemiş ve Sözleşme’nin iptaliyle ilgili ipuçlarını vermişti. Bunlara bakarsak birkaç madde öne çıkıyor: Tarikat ve cemaatlere göre, toplumsal cinsiyet eşitliği ki burada hukuki değil biyolojik eşitlik çarpıtmasıyla eşcinselliğin teşvik edildiği vurgulanıyor. İkincisi çocuk yaşta (15-18 yaş) evlililiklere kırmızı ışık yakılması, yani tarikat ve cemaatler, çocuk gelin olgusunu kabul etmek istemiyorlar. Ve üçüncüsü de kadınla erkeğin sözleşmede altı çizilen eşitlik anlayışının dini değerlere ve geleneklere uymadığını savunuyorlar.
İşin kötüsü, sözleşmenin iptaline yönelik gelen görüşlere işin mimarı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da, “Millet istemiyorsa biz de istemeyiz” düşüncesine gelmiş bulunuyor.
Eşi Emine Erdoğan ile kızı Sümeyye Erdoğan’ı nasıl ikna etti bilemiyoruz. Ancak, AK Partili çoğu kadın vekiller de sözleşmenin kaldırılacak olmasına karşı duruşlarıyla dikkat çekiyor.
Son söz olarak şunu söyleyebilirim; Şayet, İstanbul Sözleşmesi iptal edilirse 8 yıl boyunca verilen mücadeleler ve çabalar çöpe gitmiş olacak. Ve mehter gibi “İki ileri bir geri” anlayışıyla kadınlar, kızlar yine öldürülmeye devam edecekler.
Çoğu da çocuklarının gözleri önünde canından oluyorlar ki, bu manzaraları seyretmek istemiyoruz. Haydi, kadınlar, güçlü seslerinizi daha da gür duyalım. Yanımızda olan erkeklerin seslerini de tabii ki.