NEDEN ISTAKOZ ÜRETİP SATMIYORUZ?
Ortalık yine karışık mı karışık. Ana sebepler yerine ne yazık ki yan meselelerle uğraşıyoruz. Ve sap saman birbirine karışıyor,
Oysa, sadede gelmeliyiz. Niye yüksek enflasyonla yaşamaya mecburuz?
Çünkü, ihracatımız ithalatımızı karşılayamıyor. 500 milyar dolarlara yükselen çok borçlu bir ülkeyiz.
Tasarruf yapamıyoruz, dışarıya satacak marka ürünlerimiz yok. Topraklarımızın her yanını kazıyoruz, değer yaratacak madenler
çıkaramıyoruz. Petrol ve doğal gazımız ihtiyacımızı karşılamaya bile yetmiyor. Döviz gelirlerimizde en çok payı enerjiye ödemek zorundayız.
Pandemi, depremler ve iklim oynamaları sürekli büyük harcamalar gerektiriyor ve bütçede delikler açılıyor.
Yüksek enflasyon vatandaşı geçim derdiyle baş başa bırakıyor.
Gıda enflasyonu canımızdan bezdiriyor. Emekliler, dar ve sabit gelirliler başta et, sebze – meyve, süt ürünleri hatta ekmeğe bile ulaşamıyor.
AK Parti’nin yerel seçimleri neden kaybettiğine sebepler aranıyor, çünkü ekonomik reformlara gidilemediği gibi Mehmet Şimşek’in ha yarın, ha gelecek yıl enflasyonu düşürme hedefleriyle oyalanılıyor.
Ortadoğu ateş çemberi içindeyken Türkiye, kendi yağıyla kavrulmak zorunda kalıyor.
İSYAN, EĞİRDİR’DEN GELDİ
Böylesine sorunlar uzayıp giderken, bizler birkaç gündür AK Parti milletvekili Şebnem Bursalı’nın Monako’da ISTAKOZ yeme keyfini tartışıyoruz. Keşke, Bursalı eski bir gazeteci olarak neden Türkiye’de yiyecek kadar ıstakoz üretilip üretilmediğini de araştırsaydı.
Öyle ya, üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde neden ıstakoz gibi katma değeri yüksek deniz ürünlerini üretip satmıyoruz?
Gelin şu çok konuştuğumuz ıstakozu bir tanıyalım. Denizlerde yaşayan kabuklu ailesinden olan ıstakoz, canlı haşlanarak yenilmek zorunda olan bir canlı. dİğer deniz canlıları gibi bu işlem sırasında bağıramaz. Ses telleri olmadığı için.
Haşlarken çıkan sesler de aniden kaynar suya atıldığı için çatırdayan kabuklarından gelir.
Ani ölüm gereklidir yoksa su dışında kalan ıstakoz bir çeşit salgıyla ölmeden önce kendi etini yenilmez hâle getirir hatta zehirlenmeye sebebiyet verebilir.
Bu işlem bile ıstakoz yemenin hayvana ne kadar acı çektirildiğine işarettir. Çoğu kimse bundan ürktüğünden ıstakoz yemek istemez. Benim için de böyle.
Istakozun renkleri türlere göre değişiklik gösterse de mavinin tonlarından yeşil, kahverengiye kadar renklerde görülebilir. 30 -35 cm boy 4 - 5 kiloya kadar büyüyebilir.
Türkiye’de Marmara denizi, boğazlarda ve Ege Denizi’nde görülür. Bilimsel adı ise “Nephropidae”dır. Hayvanın kan, birçok canlıdan farklı olarak mavi renktedir. Istakozun en büyük düşmanı ise ahtapotlardır.
Istakoz, deniz ürünlerinden beyaz etli ve oldukça lezzetli olan bir türdür. Canlı olarak suda haşlanan ıstakozun rengi kırmızıya döner. Etinin lezzeti dolayısıyla oldukça lüks ve pahalı olan ıstakozun haşlamasının yanında çorba ve salatası da yapılır.
Şebnem Bursalı’nın ıstakoz yeme haberleri, sosyal medyada eleştirilere neden olduğu sırada Isparta Eğirdir Gölü’ndeki ıstakoz üreticilerinden bir isyan dalgası yükseldi.
Belki gözlerden kaçtı bu haber. Şebnem’in ıstakozunu bırakıp o bilgilere yöneldim. Neydi o bilgiler?
Isparta’daki Eğirdir Gölü, Beyşehir Gölü’nün ardından ülkenin en büyük ikinci tatlı su kaynağı. Aynı zamanda önemli bir su ürünleri üretim merkezi. Eğirdir Gölünde 1980’li yılların ortalarına kadar yılda ortalama 2 bin ton civarında tatlı su ıstakozu avlanıyor, Avrupa, ABD ve Japonya’ya ihraç ediliyordu.
İşte aradığım haber buydu. Ne var ki ıstakozdan söz edilirken “di ve dı”lı cümleler vardı. Yani geçmişten söz ediliyordu.
Başta da söylediğim gibi neden üç tarafı denizlerle çevrili, iç tarafı göllerle dolu ülkemizde neden ıstakoz üretip satmıyoruz?
Oysa yapanlar varmış ve ülkeye de döviz getiriyorlarmış.
HALK “TAKOZ” DİYORDU…
Eğirdir Gölü’nde olduğu gibi Türkiye’nin iç sularında yaşayan bu tatlı su ıstakozu, Doğu Avrupa Kereviti (Astacus leptodactylus) olarak biliniyor. Yöre halkı kısaca “takoz” olarak anıyor.
Istakoz, Afyon, Denizli, Konya, Isparta, Bursa göllerinde yılda 8 bin ton civarı avlanıyordu. Eğirdir’deki ıstakoz avcılığı gölü çevreleyen köylerdeki yüzlerce balıkçı ailesinin geçim kaynağıydı. Ürününü kooperatif aracılığı ile satıp Gelendost’taki Cuma pazarına giden bir balıkçı, haftalık “harç görme” dışında karısının koluna bir de burma bilezik alıp, bıyıklarını bura bura evine dönüyordu.
ISTAKOZ EKMEĞİ KOKAN SOKAKLAR
Eğirdir’deki ıstakoz avcılığı önemli bir sektör yaratmıştı.
Eğirdir ilçesi ve Isparta kent merkezindeki fırınlarda ıstakoz avcılığı için yem olarak kullanılan ekmekler üretiliyor, sokaklar kepekli unlardan yapılan ve pişirildikten sonra fırınların önünde dizilen ekmeklerin kukusuyla şenleniyordu.
Tıpkı Eğirdir gibi, Beyşehir Gölü de doğal bir ıstakoz üretim alanıydı. Beyşehir’de de yüzlerce balıkçı geçimini sazan ve ıstakoz gibi ticari değeri olan su ürünleri artık geçmişte kaldı.
1950’lerden sonra göllere yapılan müdahaleler, hatalı balıklandırma “aşılamaları” ve insan kaynaklı baskılar yavaş yavaş sonuç verdi ve 1980’lerin ortasında bereket yıkıma dönmeye başladı.
1985’te iç sularda çıkan kerevit vebası, bu türün hızla azalmasına neden oldu. 1984’te Eğirdir Gölü’nde 2 bin ton olan kerevit üretimi, 1985’teki hastalık sonrası neredeyse sıfır noktasına gerilemişti.
1990’lardan sonra yeniden canlandırılması için çabalar sürse de göl de üretim de bir daha eski günlerine dönemedi. Üstüne müdahaleler de arttı. Çevresine inşa edilen göletler, tarımsal amaçlı aşırı su alımı ve çeşitli baskılar Türkiye’nin birçok gölü gibi Eğirdir Gölü’nü de sakat bıraktı. Bir zamanlar çevresine bereket, koynundaki canlılara yaşam sunan göl, şimdilerde yatağında ölümü bekleyen ağır bir hasta gibi. Eğirdir Gölü’ndeki su kaybı, kritik eşiği çoktan aşmış durumda. Türkiye’de doğal kaynakların yönetimindeki “siyaset odaklı” popülizm, aşılması gereken en büyük sorunlardan biri.
ISTAKOZ, UCUZ PROTEİN KAYNAĞIYDI
Göller, nehirler yap - boz tahtasına dönerken büyük bir biyolojik zenginlik de cahilce yok ediliyor. Bu ıstakozlar, Eğirdir Gölünün doğu kıyısındaki Sorkuncak köyünün balıkçıları tarafından avlanmış. Bir zamanlar öylesine bereketli bir göldü ki, komando birliğinde askerlik yapan kentli gençler çarşı izninde kilolarca ıstakozu gazoz parasına satın alıp, biraz soğan, biraz maydanoz ve tuz ile tenekede haşlayıp yerdi. En ucuz yoldan protein ihtiyacını giderebiliyordunuz. Bizim halkımız ıstakoz gibi ürünleri çok tüketmese de tüketen az sayıda insanımızın anılarında halen canlıdır Eğirdir Gölü’nün ıstakozları…
Bu ıstakoz nostaljisini anlatan insanlar üzüntülü..
Bakın neler söylüyorlar; “Türkiye’de iç suların neden çölleştiği, son 50 yılda Marmara denizi büyüklüğündeki sulak alanın nasıl yok edildiği, dünyaya ihraç ettiğimiz ıstakozun neden tükendiği Şebnem Bursalı’nın ıstakoz tabağı kadar tartışılsaydı sonuç daha farklı olurdu.”
ELAZIĞ ÜRETİM MERKEZİ
Istakozla ilgili bilgileri okumaya devam ediyorum. Bu kez Elazığ’la ilgili bilgiler görüyorum.
Bugün ülkenin en önemli ıstakoz üretim merkezlerinden biri, Elazığ imiş. Anne ve babamın memleketi Elazığ’da meğerse ıstakoz geçim kaynağı olmuş..
Doğal gölleri hasta ettik, yorduk ama 1990’lardan itibaren Elazığ’daki baraj göllerinde üretilen ıstakozlar, Fransa’nın da içinde olduğu Avrupa ülkelerine satılıyor.
Bu haber beni çok sevindirdi.
Bu arada Çanakkale’de de ıstakoz üretimi için üniversite işbirliğiyle çalışmalar yapılıyordu, daha sonra haberler gelmedi.
Özetle aynı soruyu yeniden soruyorum; Türkiye’de neden ıstakoz yetiştirip ihraç etmiyoruz?
Fransa, İtalya, İspanya gibi Akdeniz ülkeleri pişmişini 50 – 60 eurodan bize yedirdiği ıstakozu neden gündemimize almıyoruz?