haberanaliz
Prof.Dr.Mustafa KAYMAKÇI

Prof.Dr.Mustafa KAYMAKÇI

Mail: mustafa.kaymakci68@gmail.com

Oryantalizmin saptırma ve yalanları

ORYANTALİZMİN SAPTIRMA ve YALANLARI

Bir önceki “Türk-Yunan İlişkilerini Algılamak İçin Oryantalizmi Dikkate Almak” yazımda sömürgeleştirme amaçlı oryantalizmi irdelemeye çalışmış ve Uygarlığın Kökeninin Antik Yunan Olduğu Tezi”nin geçersizliğine dair görüşlerimi aktarmıştım.

Sırası gelmişken soralım ve bir  kez daha dile getirelim.23 Ekim 2024 günü TUŞAŞ’a yapılan   saldırıyı emperyalizmin bilimsel, ekonomik, sosyolojik, tarihi ve filolojik metinler aracılığıyla “aktarılmaya” çalışılan jeo-ekonomik temeli olan oryantalizmden soyutlamak olası mı?

Bu kapsamda “Oryantalizmin Saptırma ve Yalanları” yazımda da  “Dünya Haritası Saptırması”, “Batı Gen Kaynaklarının Üstünlüğü”,”İstila yerine Keşifler Yalanı”, “Emperyalizm yerine Demokrasi Getirme Yalanı”, “Bilgi Çağı Aldatmacası Yalanı”,”Uygarlık Ölçüsü yerine Batı Kültürünün Egemenliği ve Ölçütlerinin Kabulü”,”Ekonomik Tetikçilik ile Yönlendirme” gibi saptırma ve yalanları ile yönlendirme girişimlerini özetleyeceğim.

Dünya Haritası Saptırması

Avrupa’nın üstünlüğü hakkında algının, Avrupa kıtasının aynı zamanda fiziksel büyüklüğü ile bağlantılı olduğu kanısını güçlendirmek amacıyla Mercator’un Dünya Haritası bile kullanılmıştır.

Mercator’un haritasında Kuzey’in kıta büyüklüğü haritanın üçte ikisini, Güney’in kara büyüklüğü ise üçte birlik bir kısmını kapsar. Ancak, gerçekte Güney’in gerçek kıta büyüklüğü kuzey yarım kürenin iki katıdır. Böylece, örneğin gerçekte İskandinavya Hindistan’ın üçte biri büyüklüğünde olduğu halde, her ikisi de eşit büyüklükte algısı ortaya çıkartılıyor. Bir başka örnek olarak Grönland ile Çin karşılaştırılması verilebilir. Çin aslında Grönland’dan dört kat büyük olduğu halde Mercator’un haritasında Grönland neredeyse Çin’den iki kat daha büyük gösterilmiştir.

Mercator’un Dünya Haritası 1974 yılına değin korunmuştur. Arno Peters 1974 yılında Avrupa’nın ırkçı özelliğini düzeltmek amacıyla bir projeksiyon geliştirmiştir. Bugün, bile nesnel anlamda bir dünya haritası hala yoktur.

Batı Gen Kaynakları Üstünlüğü Yalanı

Batı’da Sanayi Devrimi’yle birlikte bitki ve hayvan gen kaynaklarından kapitalist ölçülerde, salt miktarı artırma göz önünde tutulan yeni soylar elde edilmiş ve edilmektedir. Islah çalışmaları adı da verilen bu çalışmalarda Kantitatif Genetik’in kurallarından yararlanılarak saf soylar ve hibrit soylar elde edilmiştir. Çalışmalar, kamu, kamu+ tekelci şirketler ya da tekelci şirketlerce yürütülmüştür. Şirketlerin kimileri aynı zamanda ilaç üretimi de yapmaktadır. Ancak anılan çalışmalar, elde edilen bitkisel ve hayvansal soylara yeni pazarlar bulmayı da gündeme getirmiştir.

Yeni pazarlar bulmak için, gelişmekte olan ülkelerde, daha doğrusu Doğu’daki bilimcilerin algılarının Batı’nın istediği doğrultuda yönlendirmek de gerekiyordu.

Bu amaçla, bunların bir kısmı Batı’da yetiştirilmiş ya da Batı’dan birçok araştırma bursu ve/ ya da destek sağlanmıştır. Değiştirilen algı ile Doğu bilimcilerinde, yerli bitkisel soylar (tohumlar) ve hayvansal soyları (damızlıkları) ile artan besin talebini karşılamak olası olamaz görüşü egemen kılınmıştır.

Bu bağlamda örneğin Türkiye’de ağırlıklı olarak 1950 yıllarından itibaren önce yerli soylar ile dışarıdan ithal edilen ve adına kültür soyları adı verilen soylar arasında bir melezleme çağı başlatılmıştır. Hatta pek çok yerde melezleme ile bile de yetinilmemiştir. Yerli soylar yok edilerek kültür soylar yaygınlaştırılmıştır. Bu durum, bitkisel üretimde en yüksek düzeyde sahneye sunulmuştur. Günümüzde bunlara Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO)’lar da eklenmeye çalışılmaktadır.

Sonuçta, yerli gen kaynaklarının saf yetiştirme ve seçilim ile miktar ve kalitesinin iyileştirilmesi çalışmaları büyük ölçüde sekteye uğratılmıştır.

İstila Yerine Keşifler Yalanı

Genel olarak bilenen, belki de farkına varmadan da benimsetilen bir terim vardır. O da, Amerika ve dünyanın diğer bölgelerinin Kolomb, Cortes, Pizarro gibi sömürgeci öncülerinin istilası yerine ‘’Keşif’’ teriminin kullanılmasıdır. Bu terimin yeğlenmesi, Avrupalının yaptığı istila ve işgali gizlemek, örtbas etmek içindir. Anılan sömürgeci öncüler Amerika’yı keşfetmemiş, istila etmişler,yağmalamışlar ve yerli milletleri yok etmişlerdir.

Avrupalılar, Amerika’ya ayak bastıklarında Aztek ve  İnka Uygarlıkları gibi  uygarlıklarvardı Yasalar ve adli işlemler yazıya geçiriliyordu. Matematik ve Astronomi de, eski Avrupa halkının ilerisindeydiler. Takvimleri de o sıralar Avrupa’da kullanılmakta olan takvimlerden ileriydi.  Tarım teknikleri verimliydi. Metal işlemede de iliriydiler.  Taştan ve bakırdan silah üretiyorlardı. Yönetim ve ekonomileri, emredici bir plana göre yönetiliyordu. Bu devletlerde sömürüsüz ve savaşsız bir yaşam egemendi. Ancak, altından başka amaçları olmayan Avrupalılar tarafından yok edildiler. 

İstila yerine Keşifler Yalanı’na Türkiye’nin okumuşlarının nasıl kandığına akıl erdirmek olası değil.

Emperyalizm Yerine Demokrasi Getirme Yalanları

Günümüzde’ “Emperyalizm yerine Demokrasi Getirme Yalanı” ile sürdürülüyor.

ABD, ortakları olan Avrupa Birliği ülkeleriyle önce Afganistan’ı, sonra Irak’ı işgal etti.

Irak’ta milyonlarca kişinin ölümüne ve göçüne neden oldular.

Libya’yı yok ettiler.

Suriye’yi paylaşıyorlar. Ülke en azında üç parçaya bölündü.

Uygarlık adına İsrail aracılığıyla Gazze’de 40 bini geçen sayıda insanın ölümüne sessiz kaldılar.

Daha sonra İran’ın hedef alacaklar. Son aşamada ise ABD’nin, İran, Irak, Suriye ve Türkiye topraklarını kapsayan kukla bir Kürdistan kurma yaklaşımı beklenmiyor mu?

Bütün bunları demokrasi ya da İnsan Haklarını götürme gerekçesini ileri sürecek yapmıyorlar mı?

Hani, Batılıları anlayalım. Onlar ikiyüzlü. Bir yüzleriyle uygarlık ve insan haklarından bahsediyorlar. Buna ‘’ Batı’nın Gülen Yüzü’’ deniliyor. Ancak bunu, diğer “Çirkin olan yüzlerini saklamak’’ için kullanıyorlar.

Ancak biz de bir ara “Demokrasi Getirme Yalanları”na ortak olmadık mı?

Bilgi Çağı Aldatmacası

Küreselleştirme ideologları, çağımızın bilgi çağı olduğunu ve bilgiye herkesin kolaylıkla ulaşılabileceğini söylüyorlar, inandırmaya çalışıyorlar. Kimileri de bunlara inanıyor.

Bu anlamda, teknoloji ile gelinen toplumsal aşamanın bilgi toplumu olduğu belirtiliyor. Unutturulan nokta ise, teknolojik ilerlemenin merkez ülkeler ve onlarla bütünleşen tekelci firmaların denetiminde olmasıdır. Bunun sonucu olarak teknolojik küreselleştirme, bilgiyi üreten ve pazarlayanların yararına bir işlev üstleniyor. Yenilikler ve buluşlar, üretenlerin tekelinde kalıyor ya da onların işine geldiği ölçüde yaygınlaşıyor. Bu durum, üçüncü dünya ülkelerinin bağımlılığını da artırıyor. Örneğin, genetikle değiştirilmiş tohumlar, silah ya da çeşitli sanayi dalları için üretilmiş yeni bilgisayar sistemleri, katma değeri yüksek aygıtlar, tekelci firmaların izin verdiği ölçüde kullanılabiliyor. Bu anlamda, internetle bütün bilgilere erişebilmenin bir aldatmaca olduğu da görülüyor. Diğer yandan, teknolojik küreselleştirme, aynı zamanda bir bilgi kirlenmesine de neden olabiliyor ve kitleleri yanıltabiliyor.

Bu konuda en ciddi itirazlardan birisini, daha önce Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu’nda çalışmış J. Stiglitz yapıyor. Ortaya attığı “Asimetrik Enformasyon” adlı kuramıyla, tekelci firmaların bilgileri saklayarak, yönlendirerek ve saptırarak bir bilgilendirme dengesizliği yarattıklarını bildiriyor.

Uygarlık Ölçüsü Yerine, Batı Kültürünün Egemenliği ve Tüketim Ölçütlerinin Kabulü

Doğu toplumlarına Batı kültürünün egemen olması,İkinci Paylaşım Savaşı’yla hızlanmıştı. Müzikten edebiyata sanata, kısaca kültürün her dalında bir Batılılaştırma süreci, doğrudan ya da dolaylı olarak kabul ettirilmiştir.

Batı kültürünün egemenliği, sosyal-kültürel küreselleştirme ile sağlanmaya çalışılıyor.Sosyal-kültürel küreselleş(ti)menin bir çok yanı var.

Bu bağlamda, yeme-içme ve eğlence kültüründen müziğe, dile ve davranışlara değin her konuda çağdaşlığın merkez ülkelere benzerlikten geçmesi gerektiği dayatılıyor. Buna kısaca, McDonald’slaşma kültürü deniliyor.

Sosyal-kültürel küreselleştirme ile, bir yandan da parçalanmak istenen kimi ülkelerin yerel özellik ve kültürleri de olabildiğince körüklenmiştir.

Yugoslavya’nın parçalanması bu şekilde gerçekleştirilmiştir. Önce Sırpların diğer etnik soyları kırmasına izin verilmiş ya da göz yumulmuştur. Sonra iyi polis rolüne soyunulmuştur. Yugoslavya’da yaşanılan süreç, başka ülkelerde de yaşanmaktadır.

İçinde yaşadığımız yıllarda, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde ortaya çıkan bütün bölücü terör,bunun yansımasından başka bir şey değildir.

Ekonomik Tetikleyicilik İle Yönlendirme

Ekonomik Tetikçilik, özetle üçüncü dünya ülkelerinin yöneticilerinin satın alınarak, ya da ikna yöntemi, hileli seçimler, sahte finansal raporlar, rüşvet hatta seks ve cinayet yöntemleri ile yönlendirilerek çok uluslu şirketlere yatırım alanları açmak şeklinde tanımlanabilir. Bu amaçla Ekonomik Tetikçiler (ET) kullanılır.

ET’ler maaşlarını büyük şirketlerden alırlar, ancak CIA, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID) gibi örgütlerle işbirliği içinde çalışırlar.

Görevleri, bir ülkenin yöneticilerine hazırladıkları rapor ile kalkınmak için neye gereksinim duyduklarına inandırmaktır. Yöneticiler rapora inandırılınca ihaleler açılır, krediler alınıp verilir ve ihaleyi Tetikçi’nin bağlantılı olduğu şirket kazandırılır. ET başarılı olamazlarsa devreye CIA ve benzerleri girer, rüşvetler verilir, hükümetler devrilir, suikastlar düzenlenir.

ET, Monsanto, General Electric, Nike, General Motors, Wal-Wart gibi çok uluslu şirketler uzmanlarıdır. Şirketler, bankalar ve Batılı hükümetlerin egemen olduğu bu düzene ‘Küresel Şirket Diktası’’ anlamına gelecek ‘’ Corporatocracy’’ deniliyor. Anılan, düzen ile, üçüncü dünya ülkeleri sürekli borç sarmalına sokuluyor, sonuçta ekonomik ve sosyal bağımsızlıklarının tümünü kaybediyorlar.