haberanaliz
Perihan ÇAKIROĞLU

Perihan ÇAKIROĞLU

Mail: perihancakiroglu@gmail.com

Şeyhlerin ekonomisinde değirmenin suyu nereden geliyor?

Şeyhlerin ekonomisinde değirmenin suyu nereden geliyor?

Şeyhlerin ekonomisinde değirmenin suyu nereden geliyor?

İsimleri önemli değil, hangi tarikat veya cemaat olursa olsun, bilelim ki parasal gelirleri olmadan yaşayamaz.

Şimdi çocuk tacizi nedeniyle gündemin ortasına düşen Uşşaki Tarikatı’nın Lideri Fatih Nurullah (Eyüp Fatih Şağban), Sakarya Akyazı’daki yazlık villasında keyif çatarken, değirmenin suyu nereden geliyordu? Tacize uğrayan kız çocuğunun babası, Şeyh’in 40 bin müridinden söz etti.

Belli ki, yıllar içinde Şeyh, “Mübarek Adam” kisvesi altında iyi niyetli ve inançlı vatandaşları illizyonla kendisine bağlamış, devlet protokollerine de bir yolla girmeyi başarmış. Müritlerine “cennet” vaad ederek kendisine dünya cenneti sağlamaya kalkmış.

Hiç açıklanmadı ama belli ki, denetlenmediği belli olan tarikatına parasal bağışlar sağlamış ve yardımlar almış.

Hep böyle olmuyor mu? FETÖ terör örgütünün başı Fetullah Gülen de kendi halinde bir vaiz iken yola çıkarken önce dindar ve inançlı vatandaşları elde ederek yükselme yoluna girmişti. Güya Hizmet Hareketi’ydi. Ve çocuklarla gençlerin eğitimini üstlenmişti. Herkes, Gülen için çok hayırsever tanımını layık görüyordu.

Yılların ardından koca koca şirket ve holdinglerle sermayesine sermaye kattı. Ve 15 Temmuz 2016’da darbe yapmaya kalktı.

Adnan Hoca adıyla anılan Adnan Oktar da din eksenli bir cemaatla işe başlayıp genellikle varlıklı ailelerin çocuklarına çelme takıp sonra da şantaj ve tehditlerle servetine servet katmıştı.  Amiyane tabiriyle “Kadın satıcısı” hüviyetiyle hiç kimselere hesap vermeden Türk insanını ve özellikle bünyesine kattığı kadınları sömürdü durdu.

Peki, FETÖ ve Adnan Oktar’ın hesapları çok uzun yıllar boyunca denetlenmiş miydi?

Eğer denetlenseydi böyle olur muydu? Cevap “Olmazdı” çünkü, erkenden ard niyetleri ortaya çıkarılırdı.

Son yıllarda kayıt dışı, yani paralel ekonominin oranı istatistiklerde gösterildiği gibi yüzde 40’larda değil, çok daha yüksek oranlara çıktı.

Yastıkaltı paralar, yastıkaltı altınlar veya diğer kaydedilmeyen servetler öyle büyüdü ki, bizi yönetenler, ne zaman ekonomi sıkışsa, bildiğimiz gibi “yastıkaltı ekonomisi”ne başvurur oldu.

Gerçek ekonominin hemen yanı başında seyreden paralel ekonominin kapsamında denetlenmeyen ve denetlenmek istenmeyen kurum ve kuruluşların parasal faaliyetleri de bulunuyor. Bunların arasında din eksenli tarikat ve cemaatler yer alırken, dernek ve vakıflar da mevcut.

Neden yaptırım uygulanmıyor?

9 Eylül Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. EsergülBalcı’yı candan kutluyorum. Dört dörtlük, dört ay süren saha çılışmasıyla bir araştırma yapmış ve sonuçlarını da sade ve net biçimde açıklamış.

Amacının, eğitim sorunlarının ortak bir ulusal güvenlik meselesi haline geldiğini ortaya koymak olduğunu belirten Prof.Dr. Balcı, ülkemizde 30 tarikat silsilesi ve bunların 900 kolu bulunduğunu ayrıca 800 medresenin de mevcut olduğunu söylüyor.

Merak ediyorum, 30 tarikat ve kollarından en iyileri hangisi. İyi derken, şeffaf ve denetlenebilir olmasını kastediyorum.

Neden medyada bu tarikatlarla ilgili gelir ve gider açıklamaları hiç çıkmıyor. Şu anda adları çocuk ve genç tacizine karışan tarikat ve cemaatlerin çoğunun üstüne adeta şal örtülüyor. Son örnek Fatih Nurullah...

Yayın yasağı konularak iş yüzeyselleştiriliyor.

Asıl çarpıcı olan ise Esergül Hoca’nın, 1 milyon çocuğumuzun yeterince denetlenmeyen bu tarikat ve kollarına emanet edildiğini vurgulaması.

İnsanın içi acıyor. Özellikle yoksul ailelere düşen görev, “Müslümanlığı öğrensinler” diye hiçbir cemaate ve tarikata güvenerek, çocuklarını bu gibi yerlere emanet etmesinler.

Çocuk, dinini evde ailesinden öğrenmeli.

Bizler de çocuk ve genç olduk. Anne ve babamız, büyüklerimiz dinimizi ve ibadeti öğretirdi. Hem de en alasından. Orta ve lisede din dersi öğretmenlerimizden İslamiyetin ilahiyat kısmını alırdık. Çok şükür ki, inanç ve din konusunda eksik kalmadık.

Sadece tarikat ve cemaatler değil, derneklerle vakıflarda da denetim meselesi olduğu görülüyor. Doğru çalışmayan, yanlış yollara giren hangi vakıf ve derneğe yaptırım uygulanıyor? Çok az, bazı yıllarda hiç...

Oysa, ülkemizde 85 bin dernek, 46 bin vakıf faaliyettte. 287 vakfın vergi muafiyeti var, 28 vakıf da izin almadan yardım dağıtıyor. Ve 4 bine yakın vakıfın hedefinde çocuklar bulunuyor.

Bakılırsa çocuklar ve gençler geleceğin Türkiye’sinin kumaşını dokuyacaklar.

“Dindar ve kindar gençlik yetiştireceğiz” diyerek din eksenli okulların sayısının artırılması genel eğitim çizgisine hiç uymuyor. İmam-Hatip liseleri de ne kadar iyi düzenlenirse düzenlensin, Birinci Lig ulusların arasına girmek isteyen Türkiye’ye hizmet etmekten uzak.

Buralarda okuyan çocuk ve gençlerin büyük bölümü de ailelerinin baskısıyla bu okullara geldiklerini düşünüyor.

Çok ünlü bir tarihçi keresinde şöyle demişti: “Hayatımda İmam-Hatip mezunu birisinin Arapça konuştuğuna hiç şahit olmadım.”

Arapça isteyenler tabii ki öğrenebilirler. Yakın komşularımız ne de olsa Arap ülkelerinden oluşuyor. Ve Arapça bilenler de bize lazım. Ancak, bu dili sadece din eksenli düşünmemek lazım.

İstanbul Sözleşmesi’ni bu yüzden istemiyorlar

Bu arada tarikat ve cemaat yöneticilerinin aile içi şiddetin önlenmesini hedefine koyan İstanbul Sözleşmesi’ne neden karşı çıktıkları da anlaşıldı, hatta netleşti.

Çünkü, şeyhler istemiyor. Küçücük kızları adeta haremine alan sözde din liderlerinin işine gelmiyor sözleşme.

Taciz ve istismar vaziyetleri, ayan beyan ortaya çıkarsa hepsi hapishanelerin yolunu tutacak.

Üzüldüğüm nokta, Abdurrahman Dilipak gibi yazarların da bu konuda sözde şeyhlerden yana tavır almaları.

Ne olursa olsun, tarikat ve cemaatler,hem para hesapları hem de kadın ve çocukların nasıl bir role itildikleri meselesinde mutlaka ama mutlaka sıkı denetime alınmalı

Son söz; Tarikatlarda ve vakıflarda,”değirmenin suyu neredengeliyor, para çeşmesi nasıl akıtılıyor?” çok sıkı izlenmeli. Ve İstanbul Sözleşmesi de iptal edilmemeli.