Zirveden yeni AB Vizyonu çıkar mı?
1 Ekim’e ertelenen Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasındaki “Büyük Zirve”ye çok az zaman kaldı.
24 – 25 Eylül tarihlerindeki zirvenin erteleme gerekçesi olarak gösterilen AB Konseyi Başkanı Charles Michel’in koronavirüs karantinası da tamamlamıştır. (Michel’in yakın korumasında koronavirüs çıkmıştı.)
Zirve için Türkiye ve AB yetkilileri hazır gibi..
Bu zirvede neler olup bitebileceğini bazı konularda tahmin etsek de önemli sürprizler de gündeme gelebilir.
Örneğin Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Türkiye’ye yönelik baskıcı tavrı yumuşayabilir mi? Eski Cumhurbaşkanı Sarkozy’den çok çekmiştik, Macron da onu aratmadı gerçekten..
Olumlu bir haberden başlarsak, bir süre önce Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, AB Komisyonu Başkanı Ursula Von der Leyen ile görüştü. Erdoğan “18 Mart Mutabakatı” olarak adlandırılan anlaşmanın yenilenmesi gerektiğini vurguladı.
Leyen’le konuşulan konular arasında bu mutabakatla birlikte Gümrük Birliği’nin güncellenmesi ve vize serbestisinin sağlanması yönünde atılacak adımların ilişkilerin ilerletilmesine sağlam bir zemin sunacağını ifade etmişti Erdoğan.
Ayrıca görüşmede Suriyeli göçmenler konusunda adil yük ve sorumluluk paylaşımı çağrısını da yenilerken, Erdoğan, AB’nin Yunanistan ile Avrupa Sınır ve Sahil Güvenlik Ajansı’nın (Frontex) geri itme uygulamalarıyla yaptığı ihlallerin de üzerine gitmesi gerektiğini söylemişti.
İki taraf da görüşmeden umutlu ayrıldı. Leyen, Twitter hesabından şu açıklamayı yaptı: “Doğu Akdeniz’deki gelişmeler ve göç konusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan ile oldukça verimli görüşme gerçekleştirdik. Yunanistan ile müzakerelerin başlatılmasını da memnuniyetle karşılıyorum” dedi.
Bu atmosfer 1 Ekim’de ne kadar etkili olacak onu göreceğiz.
“Havuç ve Sopa” tanımıyla anlatılan yaptırım konusu gündeme
gelecek mi?
Umalım öyle bir şey olmasın. Yoksa, yine gerilir ortalık.
Riskler de var öneriler de
Geçenlerde Zirve’nin nabzını tutmak için bazı kaynakları aradım. Bunlardan birisi de ömrünün çoğunu AB - Türkiye ilişkilerine harcamış Bahadır Kaleağası idi.
Şu anda Boğaziçi Enstitüsü (Paris Institut du Bosphorus) Başkanı olan Kaleağası, AB ile yeni bir sürecin başlayabileceğine inanıyor.
Ne var ki, AB üyelik meselesinde bir uzlaşma öngörmese de Türk delegasyonuna, “Sakinlik, bilgelik, veri temelli ve vizyoner
bir yaklaşım öneriyor.”
Yani, AB tarafının Türkiye’yi dışlayan, haklarına karşı çıkan saygısız söylemleri karşısında, her ülkenin farklı yaklaşımları olabileceğini ve uygar çözümün uzlaşmadan geçtiğini kabul eden gerçekçi yaklaşımla müzakereler yapılmasını vurguluyor.
Doğu Akdeniz fırsata çevrilebilir
1 Ekim Zirvesi’ni nasıl lehimize çeviririz?
Tabii ki Türkiye tarafının ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tutumu burada önemli bir gösterge olacak.
AB tarafı, Türkiye’yi ekonomi, demokrasi, hukuk ve insan hakları konusunda yine eleştirecek. (Hatta, Kamu İhale Yasası’nın çok sık değiştirilmesinden şikayet edecek)
Ancak jeopolitik risklerimizi de anlaması gerekiyor. Avrupa’nın güneyinde ateş çemberi içinde yaşamanın zorluğu da anlaşılmalı.
Aslında yaşanan tehlikeli pandemi sürecini de gözönüne alırsak küresel ortamda çatışma değil, tam da işbirliği zamanı..
Türk tarafı, AB değerlerini de ön plana alan barışçı, kapsayıcı ve işlevselci (functionnalist) politikaları anlatarak, refah, güvenlik, enerji ve göç gibi konularda ortak fayda sağlabilir.
Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının bölge ülkeleri için nasıl işlevselci bir fırsat olabileceğini de ısrarla dile getirmeli.
Yunanistan’la sorunların, AB ülkelerine ve yurttaşlarına da zarar verdiği tane tane anlatılmalı ki, şamatacı komşumuz “Türkiye ile iyi komşuluk” ilişkilerine dönebilsin..
Üyelik süreci yeniden başlar mı?
Belki şu anda zor görünüyor ancak çeşitli pazarlıklar da gündemde. Macron ile Erdoğan’ın telefon görüşmesinde neler konuştukları tam olarak bilinmiyor. Almanya Başbakanı Angela Merkel’in nasıl bir tutum izleyeceği de berrak değil.
Bahadır Kaleağası, şu tahmini yapıyor: “Türkiye’nin AB sürecinin canlandırılması fayda sağlar, tüm taraflar kazanır. AB, Türkiye ve bölge ülkeleri için (triple win). Bu canlandırma atılımı tabii ki üyeliğin bugünün değil, yarının daha iyi kurgulanmış esnek entegrasyon sistemi içinde belirleneceği bilinciyle olacak.”
Yine ona göre bu yönde göç yönetimi, iç güvenlik işbirliği, dış politika koordinasyon toplantılarına Türk diplomatların katılımı, AB -Türkiye zirve toplantıları, adalet ve hukuk reformları desteği gibi birçok alanda ilerlemek doğru olur tabii ki.
Gelelim Gümrük Birliği’nin güncellenmesine..
Bunun için Kaleağası şöyle diyor: En etkili araç Avrupa Özel Sektör Konfederasyonu Bussines Europe’un da önerdiği gibi Gümrük Birliği’nin (GB) günümüze uyarlanmasıdır. Tabii ki, daha önceden başarı ile deneyimlendiği üzere müzakerelerin ön koşulsuz başlaması ve sonuçlanmasının demokratik koşullara dayalı olması kaydıyla. Daha kapsamlı, daha dijital, daha sosyal, daha yeşil.
Yalın bir tanımlamayla Gümrük Birliği 5.0”
İSMAİL CEM- PAPANDREU RUHU
Komşumuz Yunanistan ile savaşın eşiğine çok yaklaştığımız günlerde, bir nostalji yaptım. Kardak krizi ve ardından yaşanan günlere gittim.
Türkiye’de Dışişleri Bakanlığı koltuğunda İsmail Cem, Yunanistan’da da Dışişleri Bakanlığı koltuğunda Yorgo Papandreu oturuyordu.
İkisi de barış için yol arıyordu.
Gündemde yine kıta sahanlığı, 12 adalar sorunu ve bir yığın mesele vardı. Cem ile Papandreu bugün kriz adası olarak görülen Meis Adası’nda bile buluştular. Mekik diplomasisini sevdiler.
Kanka ruhu ile hareket ettiler.
Sonuçta ikisi de “Önce anlaştığımız konularda ilerleyelim, anlaşamadığımız konularda da sürekli diyalog pencerelerini açık tutalım” felsefesiyle hareket etmeye çaba harcadılar.
Hatta, iki ülke arasındaki “Barış Kültürü”nü duyarlı kılmak için Kardak krizinden sonra Türkiye – Yunanistan Kadın Barış Girişimi (WinPeace) kuruldu.
Papandreu’nun annesi Margarita Papandreu da bu işe öncülük etti.
İki ülke kadınları arasında karşılıklı seyahatler yapıldı. Projeler hazırlandı. WinPeace kurucu üyelerinden gazeteci - yazar Zeynep Oral
arkadaşlarıyla İstanköy’e (Kos Adası) gitti. Margarita Papandreu, 10. Kuruluş yıldönümü için Bodrum’a geldi.
Ve kadınlar hep barışı savundular. Boğaziçi Üniversitesi’nde Barış Merkezi kuruldu. Gençlik kampları, barış adına sorun çözme seminerleri yapıldı. 10’uncu yılda Oral, şöyle demişti: “Belki hiçbir sorunu çözemeyiz ama sorunları da yalnız şiddetle çözüme bırakamayız..”
Margarita Papandreu da çalışmalarının Yunanistan’da ilgiyle karşılandığını belirtirken, “Gelişen iyi ilişkilerde bizim de önemli bir katkımız oldu ki, bu çorbada bizim de tuzumuz olduğuna kesinlikle inanıyorum” dedi ve oğlu Yorgo ile İsmail Cem’e teşekkür etti.
Ben mi izleyemedim bilmiyorum epeydir ses çıkmıyordu bu girişimden.
Ne zaman ki, komşu ile gerilimlere girdik, baktım Sevgili Zeynep Oral’dan “Winpeace” kaynaklı not geldi. Çok memnun oldum. Barışçı kadınlar yine iş başındaydı. Şöyle diyorlardı:
“Biz,Türkiye – Yunanistan Kadın Barış Girişimi’nin Yunanlı üyeleri olarak Türkiye’deki kız kardeşlerimizle birlikte 2 Eylül’de “Şiddetsiz Çözüm Çağrısı” başlığı altında her iki ülkenin sorumlularına ve kamuoyuna çağrıda bulunmuş, diyaloğa yer açılmasını talep etmiştik.
O günden sonra barış ve diyalog çağrılarının çeşitli sivil toplum kuruluşları tarafından her iki ülkede de çoğaltma ve yaygınlaştırma çabalarını ve her iki hükümetin bu yolda adımlar atmalarını takdirle izledik.”
Yunanistan’da iki gazetenin deyim yerindeyse “belaltı vuran” manşetleri için de sözleri vardı kızkardeşlerin. Kınadılar ve bakın neler dediler: “ Son hafta içinde marjinal de olsa Yunanistan’daki 2 gazetenin, insanlığa yaraşmayacak, insanı, kadını, tüm insani değerleri aşağılayan, utanç verici, iğrenç başlıklar ve hakaretlerle çıkmasını kuvvetle kınıyoruz. Herhangi bir olumlu gelişmeyi sabote eden bu nefret dilini, eril dili kınıyoruz. Politikalar gelip geçer ama ahlak ve etik ölçüleri yok saymak insanlık ayıbı olarak tarihe mal olur.”
Türk ve Yunanlı barış sevdalısı kadınları kutluyorum.
Sesleri daha çok çıkmalı diyorum.