Su hayattır. Su savaşları orta doğu ile kısıtlı değil
SU HAYATTIR, SU SAVAŞI ORTA DOĞU ile kısıtlı değil...
İsrail'in 7 Ekim 2023 saldırısının üzerinden 1 yıl geçti maalesef ve Ortadoğu’da suyun nasıl bir savaş silahı olduğuna bir kez daha tanık olduk…
Uluslararası yardım kuruluşu Oxfam, Temmuz 2024 ortasında İsrail’in saldırıları nedeniyle Gazze'nin neredeyse tüm su üretim kapasitesini kaybettiğini belirterek İsrail'in suyu "savaş silahı"olarak kullanmasının olumsuzluklarına dikkat çekmişti.
Aslında, 7 Ekim olaylarından önce bile Batı Şerialılar ve Gazzeliler, BM'nin önerdiği günlük 100 litre suya erişim imkânına sahip değildi.
Bunun nedenini Haber Analiz okuyucusu 1967'deki Altı Gün Savaşı’na bağlayarak yapacaktır.
Hatırlatacak olursak, 1964 yılında İsrail, ulusal su yolu projesi için Ürdün Nehri'nden su almaya başlamış, Arap devletleri ise Ürdün Nehri'nden gelen suyun İsrail'e akmasını engelleyecek ortak bir planı uygulama çabasına girmiş ve bunu püskürtmek isteyen İsrail ile Suriye arasında 1965 sonrası çatışmalar şiddetlenmişti.
İzleyen dönemde bugünün zorluklarına sebep olan 1967’deki Altı Gün Savaşı'nın ardından Gazze ve Batı Şeria'daki su yönetimi altyapısının büyük bir kısmı, İsrail kontrolüne geçmiş Filistinlilerin suya erişimi ciddi anlamda kısıtlanmıştır.
Suyun hayati bir ihtiyaç olmasının ötesinde İsrail’in Tarım sayesinde yerleştiği topraklarda “kök salmasını” da sağladığı yadsınamaz.
Buna karşın, Filistin Yönetimi, sürekli artan nüfusu için İsrail’in iznine tabi işleyen bir su kaynak sistemi içerisinde gerçekten dardadır.
Filistin dışında, hidrolojik özellikleri ile birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan Ürdün Nehri havzasının öncelikle kıyıdaş ülkelerden Ürdün, Lübnan, Suriye açısından da önemi büyüktür. İsrail’i de katınca 8 milyon kişinin barındığı bir bölgeye odaklanmış oluyoruz.
Ancak, son 1 yılda artan husumet ve çatışmalardan da izleneceği gibi, beş ülkenin kıyıdaş ülke konumunda olduğu Ürdün Nehri’nin yıllık debisi yağmurların azlığı sebebiyle giderek azalmakta ve suyun önemli kısmı kullanılamadan buharlaşmaktadır.
Andığımız ortamda tabiatıyla, Ortadoğu ve özellikle Ürdün nehri havzasında Su, Savaş nedeni olmaya devam edecek gibi gözükmektedir maalesef.
Önemli bir jeopolitik konu halinde olan su aslında hayattır ama maalesef savaşın hep merkezinde…
Bu arada, su savaşı, sadece Ortadoğu ile kısıtlı olmayıp, tüm dünyada sürüyor: örneğin A. B. D. ile Meksika arasındaki sınır da bu tür çatışmaların da etkisinde.
İklim değişikliğiyle birlikte dünya nüfusunun üçte birinin azalan su kaynaklarıyla karşı karşıya kalması bekleniyor.
Bu durum hem uluslararası hem de yerel düzeyde gerilimlerin artmasına neden oluyor ve su kaynaklarını yönetme ve kullanma şeklimizi sorgulatıyor.
Sonuç olarak, rezervler tükenirken de başta Fransa ve İspanya olmak üzere birçok devlet su (mavi altın) yönetimini iyileştirmeyi umuyor.
Örnekleyelim ve yine 1 yıl öncesine gidelim;
Ekim 2023'ün başında 2 günlük resmi İsviçre ziyaretinde bulunan, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un, gündeminde resmi olarak Rhône nehrinin akışının artırılması talebi vardı.
Üniversite yıllarımın geçtiği bölgedeki Rhône Nehri'nin akışı, ülkenin hidro nükleer zincirinin önemli bir kısmını bağladığından, Fransa açısından son derece hassas bir konudur;
Fransa’nın nehir boyunca uzanan dört nükleer enerji santralini soğutmak ve yaklaşık yirmi hidroelektrik santralini beslemek için Rhône'dan gelen suya ihtiyacı olduğu tartışılmaz bir konudur...
Rhône Nehrinin özellikle yaz döneminde endişe verici bir şekilde düşüyor olmasına, nehir taşımacılığı, mahsullerin sulanması ve Lyon gibi büyük şehirlerin içme suyu teminini de eklersek, nehir konusunun hayati önemini netleştirmiş oluruz…
Rhône dışında, Ren, Tuna, Nil, Mekong vb. gibi birkaç ülke tarafından paylaşılan 250 hidrografik havzada, da su kaynaklarının %40'ı sınır ötesidir ve paylaşım sorun yaratmaktadır; örnekle hocam sorunuza İspanya ile Portekiz arasındaki Tagus Nehri çerçevesindeki değişik çekişmelerle cevap vereceğim;
Portekiz, İspanya’yı İspanya'dan Portekiz'e akan bu nehirden, Endülüsün en güneyinde yer alan geniş tarım alanının sulanması için çok fazla su çekmekle suçlarken, bambaşka bir coğrafyada Kanada ile Grönland (Danimarka'nın özerk bölgesi) arasındaki gerilim de dikkate değer önemde gözükmektedir.
Grönland buz tabakasından kopup Kanada sularına sürüklenen donmuş su blokları nedeniyle çekişmeler ortaya çıkmaktadır.
Sevgili Haber Analiz okuyucumuz, gördüğünüz gibi, kutuplara yakın bölgelerde buzdağlarının mülkiyeti tartışma konusu olduğuna göre ne Ortadoğu, ne nehirler tek sürtüşme konusu değildir.
Ancak, Türkiye olarak bizleri de çok yakından ilgilendiren bir su sorunu boyutu olduğunu da hafızamızdan çıkartmamak gerekir.
Kullanım çatışmalarının Türkiye, Suriye ve Irak arasında güçlü gerilimlere neden olduğunu biliyoruz.
Örneğin 1990 yılında Türkiye’de GAP projesinin en büyük barajıolan Atatürk Barajının İnşasının tamamlamasından sonra, 30 gün süreyle su akışının durması teknik bir sorun olarak sunulmuşsa da Suriye ve Irak, Fırat Nehri’nin Türkiye tarafındankendilerine karşı bir silah olarak kullanıldığını ileri sürerek gerilimi arttırmışlardır.
Sözün kısası, Türkiyemizi de yakından ilgilendirdiği net olan gündem, su temini konusunun bugün ve yarın ne derece elzem olduğuna ışık tutuyor…
Hani, konuşurken söyleriz hep “korkunun ecele faydası yok”…
Ülkelerin su nedenli gerilimlerin önüne geçmelerigelecekteki kişi başına düşen su miktarlarını dikkate alarak, mevcut su kaynaklarını verimli kullanmaları vesu arzını arttırmalarından geçmektedir.
Bu bağlamda, en ilginç bulduğum yöntemlerden bir tanesi olan, tarım alanlarının üzerinde uygulanan bulut tohumlamaya değinmeden bitiremeyeceğim yazımı…
Zira, bulut tohumlama da başka bir potansiyel gerilim kaynağıdır.Ortadoğu’dan nereye geldik demeyin lütfen;
1960’larda ortaya çıkan bu teknik sayesinde gerekli tarım alanlarının üzerindepatlatılan su bulutları projeleri “bulutların sahibi kim” sorusunu sordurarak Amerika, hatta Ortadoğu’da da endişe kaynağıdır.
Ayrıca, Asya devi Çin, uygulamadaki yüzlerce program ile komşularını tedirgin etmektedir.
Görüldüğü gibi, su konusu uluslararası ilişkiler çerçevesinin çok ötesine geçiyor.
Daha yerel ölçekte, kaynağın kıtlığı ya da en azından zaman ve mekandaki düzensizliği paylaşım sorununu ateşliyor.
Devletlerin nüfusu ve şehirleşme arttıkça ve ülkeler üretim faaliyetlerini çeşitlendirdikçe, su kullanım çatışmalarının dramatik keskinlikte yaşandığı yer olarak Filistin en güncel örnek olarak karşımızdadır.
Filistin, Lübnan’da son 1 yılda yaşananları, İran gelişmelerini dikkate alırsak, su temini bölgeyi yıpratmaya devam edecek diyebiliriz zira maalesef bugüne kadar hiçbir uluslararası kuruluş, çevre dışında, su konusunu düzenlemeyi beceremedi…
Her ne kadar, Mart 2023'te BM tarafından düzenlenen olağanüstü su zirvesi, artan gerilimlere dikkat çekerek, Devletlere bu konuda daha fazla işbirliği çağrısında bulunduysa da hiçbir Devlet kendi egemenliğinden ödün vermiyor…