Dünyanın “İnsan Merkezli” bir anlayışa ihtiyacı var
Yeşil hareket, gönüllü sadelik, yeşil barış gibi aşırı tüketim ve sonuçlarını göstermeye ve olumsuz etkilerini ortadan kaldırmaya yönelik eylem günlerimizin de hem sayısı hem de etkisi giderek artıyor ve gittikçe dikkatleri çekmeye başlıyor.
Küresel krizin belki de en önemli sonuçlarından biri olarak ifade edilen sosyal sorunlara uzak, sınırsız ve acımasız küresel kapitalizmin denetlenemez olduğu düşüncesi, artık eskisi kadar rağbet görmüyor. İş dünyasının hem kâr elde edip hem de içinde yaşadığı toplumun ve daha genel olarak da dünyanın sorunlarına duyarlılık göstermesi ve yeni yaklaşımlara yönelmesi gerektiğini öngören bir zorunluluğu ve açılımı ilgiyle izliyoruz.
Bu konuda, günümüz tüketicilerinin kısa dönemli bireysel çıkarlarını ön plana alan rolleri ile uzun dönemli sorumluluklarını içeren toplumsal rollerini birleştirerek siyasete ve ekonomiye yön verme konusunda bilinçlenmeye başladığını görüyoruz. Daha insancıl, çevreye daha duyarlı bir ortamın yaratılmasında ve yaşadığımız küresel krizin etkilerini herkes için en aza indirgemede sivil toplumun, devletin ve iş dünyasının katkıları böyle bir dönüşümün en temel ve en önemli unsurunu oluşturuyor.
Dönüşümün gerçekleşebilmesi ve sürdürülebilir olması için vazgeçilmez koşullardan birisi de tüketicinin, birey olarak yönlendirilmesi ve korunması gereken çaresiz bir zavallı olduğu anlayışının değişmesi gerekliliğidir. Ürettiklerinden fazlasını tüketen ve aradaki farkı da borçlanarak telafi eden tüketicileri tahrik etmek, onları hep daha fazla tüketmeye yöneltmek oyununda başarılı olduğunu zanneden, insani duyarlılığın bir kenara konduğu finansal kuruluşlar, işletmeler ve bunların yöneticileri ihtiraslarının kurbanı olduklarının yeni yeni farkına varıyorlar. Köpük ya da balon benzetmesiyle bu tür uygulamaların ‘şişir-sat’ anlayışı ile hüküm sürmesi nihayet sona eriyor. İnsan odaklı, çevreye saygılı bir yeniden yapılanmanın belirtilerini görüyoruz. Bu değişim ve dönüşüm sürecinde, tüketicinin ‘kendisi için neyin iyi, neyin kötü’ olduğunu anlamaz zihniyeti yerine, ‘etkin, denetleyici ve dönüştürücü gücünün’ varlığını kabullenmek bir önkoşuldur. Kendisine öğretilen rollerin dışına çıkarak yeni davranış biçimleri gösteren tüketiciyi iyi anlamak ve onun dönüştürücü gücünü tanımak olumsuz etkilerden arınmanın en temel koşullarından olmaktadır.
Tüketici eylemlerinin yönü
Son çeyrek yüzyılda, tüketimin aşırı ve hoyratça yapılarak artmasına paralel olarak bu durumun yanlışlığını ve önleme yollarını göstermek için toplumsal baskı ve bilinç yaratmaya yönelik eylemlerin her şeye rağmen çeşitlenerek arttığını gözlemliyoruz. Bunlardan biri, üretici ve tüketiciler için daha iyi bir gelecek sağlamaya çalışan, üretim ve tüketim sürecinde doğanın dengesini gözetmeyi öngören bir uluslararası sivil toplum hareketi olan ‘slow food’ ülkemizde de fark edilmeye başlandı. Yavaş yaşamayı öngören ve kanunsuz, haksız ve aşırı kazanç sağlayan kuruluşlara bir tepki olarak doğan bu sosyal hareket; işçi, köylü ve küçük üretici haklarına odaklanıp, bireylerin dikkatini çekmeye çalışıyor. Tüketici yerine ‘yardımcı-üretici’ kavramının kullanılması ve tohumun çiftçiye ait olması gerekliliğine vurgu yapıyor. Hiç şüphesiz, bu sivil toplum hareketinden çok daha yaygın ve etkili bir başka hareket de Adil Ticaret. Adil Ticaret, üçüncü dünya ülkelerindeki küçük üreticilerin, köylülerin ve işçilerin daha iyi üretim koşullarına ulaşmalarını ve yaşamlarını sürdürmelerini sağlamak için, ürünlerinin piyasalarda adil bir fiyattan (piyasa fiyatının biraz üstünde) satılmasını sağlamaya çalışan bir sosyal hareket. O kadar önemli ve etkili bir hareket haline geldi ki 17 Mayıs günü ‘Adil Ticaret’ günü olarak kutlanmaya başladı. Benzer bir başka hareket olan ‘Etik Ticaret’ ise çalışma koşullarını düzeltmeye ve uluslararası standartlarla uyumlaştırmaya odaklanıyor. Tüketici ile işçi, köylü ve küçük ölçekli üretici arasındaki kopuk bağların, işbirliğine ve dayanışmaya dönüşebileceği umut ediliyor.
Bunlara ek olarak, 15 Mart’ta ‘Dünya Tüketiciler Günü’ ve bu günün içinde bulunduğu hafta, ‘Tüketiciyi Koruma Haftası’ olarak da çeşitli etkinliklerle kutlandı. Sanki, olacaklar önceden bilinmiş gibi bu senenin teması olan ‘sürdüredebilir tüketim’ geniş bir biçimde ülkemiz de dahil tüm dünyada ele alınıp irdelenmeye çalışılıyor. Tüketici Koruma Hareketi, hem içerik hem de etki alanı olarak olumlu biçimde büyüyor. Bu kapsamdaki en önemli eylem olan ‘Satın Almama Günü/Buy Nothing Day’, 1992’den beri kutlanıyor ve giderek daha fazla kişinin dikkatini çekiyor. Satın almama günü, karşı konulamaz bir tutku haline getirilen alışveriş ve tüketime karşı kasım ayının son Cuma gününde kutlanıyor. Bir tür ‘tüketim perhizi’ olan bu gün, ülkemizde de 2002 yılından bu yana biliniyor ve günün önemine bağlı biçimde kutlamalarla sürdürülüyor.
Hepsi bu kadar mı? Çocukların ve yetişkinlerin daha az TV izleyip, sosyal ilişkilere daha fazla önem vermelerini vurgulamaya yönelik ‘Televizyonları Kapatma Haftası’ bu sene 21-27 Nisan tarihleri arasında gerçekleşti. Kapatma, kullanmama, tüketmeme eylemlerine güzel bir örnek de 29 Mart gecesi kutlanan ve küresel iklim değişikliğine dikkat çekmeyi, enerji kaynaklarının hızla ve acımasızca tüketilmesine tepki göstermeyi amaçlayan ‘Dünya Saati’ uygulamasıdır. Saat 20.00 – 21.00 arasında bir saat süresince elektrikli aletleri ve ışıkları kapatma eylemi gerçekleşti. ‘Yeryüzü İçin Bir Saat’ etkinliğine geçen yıl 35 ülkenin ve 370 büyük kentin katıldığı ve eyleme iş yerlerinin de destek verdiği düşünülürse, giderek büyüyen ve başarı kazanmaya başlayan bir sosyal ve siyasal hareket olduğu daha iyi görülebilir. Benzer bir eylem bu sefer internet üzerinden gerçekleştirildi 17 Eylül tarihinde. Dünyanın dört bir yanından çevreciler, ‘Bir mum yak, aleve bak, gezegenle birlikte bir nefes al’ çağırısıyla on dakika sürecek eylem önerisini Facebook üzerinden başarıyla organize ettiler. ‘Birlik Güçtür’ sloganı ile yapılan eylem çağrısı sanal ortamın bu konudaki etkinliğini bir kere daha gösterdi. Bunlar kadar yaygın olmasa da alternatif karşıt grupların yürüttüğü moda ve marka karşıtı kampanyalardan olan ‘No Logo’ ve ‘Fashion Strike’ eylemleri de gittikçe dikkatleri ve destekleri üzerine doğru çekiyor.
Sadece özel günler değil
Hepimiz, çoğunluğunu benimsediğimiz ve severek katıldığımız özel tüketim günlerinde daha fazla tüketim yapılması gereğine bilerek ya da bilmeyerek inanıyoruz. Sevgililer günü, anneler günü, babalar günü, yılbaşı gibi içleri ticari amaçla boşaltılmış, anlamları tüketimin tahrikine yönelik olarak değiştirilmiş bu tür günleri saymakla bitirmek olanaksız gibi. Öte yandan; yeşil hareket, gönüllü sadelik, yeşil barış gibi aşırı tüketim ve sonuçlarını göstermeye ve olumsuz etkilerini ortadan kaldırmaya yönelik eylem günlerimizin de hem sayısı hem de etkisi giderek artıyor ve gittikçe dikkatleri çekmeye başlıyor. Tüm bunlar, sadece bir grup aktivistin eylemleri olarak görülmekten çıkıp, birbirini izleyen ve demokratik denetimimizi amaçlayan ve bu konularda kendimizi ifade etmeye olanak sağlayan, eylem günleri haline dönüşüyor.
Bunlar katılımcı ve özgürlükçü demokraside hesap soran talepkâr birey anlayışını günlük yaşama aktarmak olarak da düşünülebilecek eylemler. Toplumsal ve küresel sorunların bilincinde, demokratik eylemlere katılarak bunları kendi meselesi sayan, hesap soran öznedir var olmakta olan yeni birey. Bu sosyal hareketlerin, 21. yüzyılın ve yaşanan küresel krizin getirdiği olumsuzluklar ve eşitsizlikler konusunda bireylerin bilinçlenmelerine yardımcı olacağı bunun yanı sıra birey olarak ve birlikte hareket edebilen tüketicilerin etki yaratabileceklerine, bir değişim gerçekleştirebileceklerine ve yanlışlıkları düzeltebileceklerine yönelik inançlarını da arttıracağı çok açık.
Birbirine bağımlı olmak
İçinde yaşadığımız yıllar küresel krizin olumsuz etkilerine karşın, dünyayı değiştirecek yeni yapılanmaların oluşmasında hepimize büyük fırsatlar sunuyor. Küresel ekonomideki birbirine bağımlılıklar ve gittikçe birbirine daha çok bağımlı hale gelen üretici, tüketici ve devlet alanlarının etkin, eşgüdümlü ve kapsamlı bir işbirliğine dayalı yönetim, başarılı bir yeni yapılanma için şart görünüyor. Bu yolla, herkes için güvenli, temiz ve paylaşımcı, insancıl bir ekonomik ve siyasal yapıyı yaratarak başarıya ulaşmak olanaklı. Bunu yaparken, tüketicilerin ekonomik, siyasi ve çevresel meydan okumalarındaki hem gerçek, hem de sanal ortamlardaki etkinliklerini göz ardı edebilmek olanaksızlaşıyor. Devletin daha fazla rol alması ve yükselen korumacılık dalgasının etkisiyle piyasaların denetim ve gözetiminin artırması istendiği bu günlerde, etkin biçimde gözetleme ve denetim eylemlerinde toplumsal rolleri gereği tüketici ve tüketim ile ilgili dernek, vakıf ve her türlü sivil toplum kuruluşunun başarılı biçimde yerine getirmede görev almaları gerekliliğini görmemiz gerekiyor. Soyut ve fazla kuramsal açıklamalara ve mücadelelere boğulmanın ötesinde, etkileri somut olarak görülen küresel krizlerin bir daha yaşanmamasına yönelik bu tür pratik ve somut eylemler, bireylerin ve sivil toplum hareketinin demokratik denetleme gücü olarak yaşantılarımızda vazgeçilmez bir öneme sahip olmaya başlayacak gibi görünüyor.
Herkesin birlikte kazanacağı, çok taraflı kazançların sağlanacağı düzenlemelerin gerektiği ve endüstri ötesi bilgi-iletişim teknolojilerinin egemenliğinde oluşacak yeni ekonomi döneminde, tek başına oluşacak başka bir denetim ve gözetim sistemine ihtiyaç yok gibi. İnsan merkezli, iklim değişikliği, küresel ısınma ve çevreye odaklı anlayışa, uygulamaya biraz daha özen göstermek ve yerel, ulusal, küresel sivil hareketleri etkili kılmak sorunun çözümünde altın bir seçenek sunuyor. Bunu kullanmanın da tam zamanı.