Postmodern popülist siyaset pazarlaması
POSTMODERN POPÜLİST SİYASET PAZARLAMASI
Tüm dünyanın büyük bir merakla beklediği ve izlediği ABD’de başkanlık seçimleri tamamlandı ve Beyaz Saray’ın yeni sahibi, 2016’da başkanlık yarışını kazanıp 2020’de kaybeden Donald Trump oldu.
Sonuçlar büyük şaşkınlık ve endişe yarattı ve ne olduğunu anlamaya çalışan yorumlar bir birini izledi.
Popülist olarak adlandırılan yeni tür bir siyasetin yaşandığı ifade edilme yanında pek fazla postmodern bir anlayışın olduğu üzerinde fazlaca durulmadı.
İki kavramın da çok eskilere kadar var olduğu bilinse bile özellikle yeniçağda ikisinin birlikte söz edilmesine şahit olduk.
Toplumun elit kesimlerine bir tepki olarak “halk yanlılığı”, “halk adına” bir hareket olarak bilinen bir kavram olma popülizm siyasette daha fazla kullanılıyor.
Günümüzde, siyaset arenasında popülizm ve rekabet tarzlarının yükselişi, popülist retoriklerin fazlaca kullanılmasına da neden olabilmektedir.
Çok daha geniş alanı ve hatta dönemi kapsayan postmodernite, hem moderniteye bir eleştiridir hem de içinde bulunulan şimdiki zamanın karakterize ederken postmodern görüş, üretim ve tüketim ile ekonomik ve anlam ve kimlik oluşturma ile de kültürel birleşimini öne sürmekte ve birbirinden ayrı tutulamayacağını söyler.
Özgürleştirici (libertiyan) postmodernizm; modernitenin eleştirel bir yaklaşımla yeniden yorumlama olasılığını yaratacak biçimde kenardakilerin dahil edildiği, dile getirilemeyen şeylerin yeniden değerlendirilmesine olanak sağlayan özgürleşme amaçlarına sahiptir.
Bu açıdan yorumlandığında, popülizm ile postmodenizm birlikteliğinin yaşandığı bir ortamın hiç de şaşırtıcı bir durum olduğu görülebilmektedir.
Ticari pazarlamada başarılı biçimde uygulanan “tüketici odaklılık”, “seçmen odaklılık” haline gelir siyasal pazarlamada.
Her şeyin bir arada, fakat farklı bulunmasına alıştığımız bir “süpermarket tarzı siyaset” de egemen olmaya başladı yaşantımızda.
Toplumun yukarıdan, merkezden dikte ettiği, dayattığı, ezberlenmiş ve tek kanaldan ve tek yönlü yapılan iletişimleri, alışageldik kalıpları, sınırları yıkan postmodern özellikler taşıyan “Tüketici-Seçmen”, kendisinin dâhil olmasını, “pasif kitle” olarak görülmemeyi ve kendisiyle ilgili olmaları istiyor.
Belirsizlik ve gerginlikten rahatsız olan, süreklilik ve istikrara inanan “tüketici-seçmen” in tercihi, ekonomik geleceğe güvenle bakmak istemesi ve büyümeden gelen kalıcı ve sürdürülebilir istikrarlı bir zenginleşmenin artışını korumaya yönelik eğilim göstermesi kadar doğal bir davranış olamaz.
Bu anlayış ve yaklaşımda; karmaşa ve belirsizlik çağı olarak adlandırılan günümüzde daha çok çoklu yaklaşımlar, çoklu stratejiler, çoklu amaçlar ortaya konmaya çalışılır.
Seçim ise, bu bakış açısından bir benzetmeyle satış eyleminin kendisidir.
POPÜLİST SAĞ -POPÜLİST SOL GERÇEK Mİ?
Yörüngesini değiştiriyor yeni siyaset anlayışı ve 20.yüzyılın paradigmasına gömülmüş düşünce ve uygulamalarla yürümek artık olanaksız.
İdeolojik tavır bırakıldı ve şablonların dışında düşünmek kendini aşırı sağ, yeni sağ, radikal sağ, popülist sağ gibi tanımlanan akımlarla ifade ediyor.
İdeojisizleşme kavramları, teorileri ve ideolojileri bozuyor, birbirine karıştırıyor ve dönüştürüyor.
İdeolojierin çözülmeye başladığını, çöktüğünü, muğlaklaştığını işaret eden göstergeler de vardır.
Tek bir doğrunun, her kavramın ve düşüncenin sorgulandığı ve de postmodern çağın sunduğu çoğulluk algısı ile birden fazla doğrunun olabileceği düşüncesi siyaseti de sarmalamış görünüyor.
Günümüzde, hiçbir ideolojiye dayandırılmadan geleneksel sağdan yeni sağa ve yeni sola yönelişler yaşanıyor ve beyaz yakalı ve yeşil yakalı denebilecek çevreci, eğitimli çalışanlar, kendilerini sol olarak tanımlayan seküler ve kentli kesimler yeni arayışlar içinde gezinip duruyor.
“Sınırların belirsizleştiği bir çağ yaşanıyor” gerçek ile hayalin, doğru ile yanlışın, rüyanın, kurgunun aralarındaki sınırlar belirsizleştiği gibi siyasette de klasik ayrımlar bir birinin içine geçiyor artık.
Amerikan tarihin en önemli belki de en kritik seçimi olma iddiasındaki son seçim, zaten tüm dünyada etkisini gösteren yeni paradigmatik duruma güzel bir örnek oluşturmuştur.
“Büyük anlatıların” yerini “dil oyunlarının çoğulculuğu” almış olduğunu popüler siyasi dil güzel biçimde gösterdi. Popülist sağcıların “ komünistler” olarak tanımlamaya çalıştığı liberallerin karşısında, popülist solcuların “faşist” olarak tanımladığı Trump ve seçmenleri var.
Trump’la dalga geçen kişiler“ne yapacağı belli olmaz”, “her an her şey yapabilir” denilen biri olarak tarif etmekle kalmayıp, “bıçkın haller”, “keskin sözler”, “aniden sertleşen tavırlar” ,”saygı sınırlarını aşan söylemler” sahibi biri olarak tanımlarda bulundular.
Hatta, çirkin ve itici ifadeler kullanmaktan çekinmeyerek, 20.yüzyıln bir geleneğe olan aşağılama ile pislik, hayvanlar gibi sözcükleri kullandığı için Hitler’e benzetildi.
Benzer biçimde Stalin ve Mussoli’nin de kullandığı dile benzerliklere dikkat çekildi geleneksel medyada.
Trump ile gönül bağı kuran kitleler ona yapılan aşağılamalar, dalga geçmeleri ve küçümsemeleri kendine yapmış gibi kabul ettiler.
Bu siyaset pazarlamasının bir başarısı olarak çok güzel biçimde kullanıldı.
Trump, seçmenlerine “çöp” diyen Biden’a karşı aldığı tavırla kendisine ve taraftarlarına yönelik nefret duyulduğunu açık biçimde gösterdi.
Bu durum, büyük bir ihtimallle “utangaç” ya da “gizli seçmen” denilen kendini saklayan seçmen davranışı ile oy kullanmada kendini gösterdi.
Demokrat parti önce Biden ile sonra da hukuk konusunu da ekleyen KamalaHarris ile “Demokrasi-Otokrasi”, ve “Kaos ile Statüko” arasında bir seçim olarak konumlandırılınca, kazanımları ve yerleşik statüyü, bürokratik gelenekleri koruma, hiyerarşik düzenin devamı olarak algılanan bu yaklaşım güven verici bulunmadığı gibi inandırıcı da bulunmadı.
Ön seçim olmadan aday olan K.Harris tabandan kopuk olarak halkın gündeminden uzaklaştığı, tepeden inmeci, seçmenin dahil edilmediği kanısını yarattı pazarlama açısından.
Demokrat Parti seçmenin büyük çoğunluğu tarafından, zaten kamplaşmış olan ülkede çalışanlardan daha çok kosmopolitik elitlerin partisi olarak algılandı.
Parti, kıyılar ve büyük şehirlerde daha çok eğitimli, varlıklı ve beyaz yakalı seçmenlere hitap eder oldu.
Toplumun geri kalan kısmı ile işçi-köylü kesimleri kendilerini “geride bırakılanlar” olarak hissettiklerinden durumdan memnuniyetsizliklerini yansıtan yeni oluşumları ve değişim önerilerini seçerek var olan hegemonik yapıya karşı bir tepki olarak gösterdi.
Demokrat Partinin çalışanların partisi olmaktan uzaklaşması, siyasetsizlikle suçlanması kaybetmesinin nedenlerden biri olarak görülüyor.
Gelecek endişesi yüksek olan toplumsal kesimlerde oluşan kendisini “değersiz hissedenlere”, “sen değerlisin “ duygusunu yaratan Trump siyaseti başarılı da oldu bunda.
Ekonomik olarak gerilediği, iş bulma zorluğu gibi sıkıntılar, şoklar ve zorluklar sonucu kendine olan saygı ve özgüveni kaybetmeye müsait insanlar, özgüvenlerini kaybedenler haline gelebiliyorlar.
Bu hallerinden hoşnut olmayanların ruh halleri öfke ve başkalarını suçlamaya yönelebiliyor ve hatta bu durum nefret, öfke ve şiddetin, hırçınlığın kaynağı bile olabiliyor.
Kurumlara ve demokratik değerlere, ilkelere, geleneklere olan inanç sarsıldığı gibi sisteme ve düzene olan güven de sarılmış durumda.
Kendisi hakkında yapılan cinsel saldırı dâhil birçok suçlama ve seçim yolsuzluğu dahil çok sayıda açılan davaların yanında mal varlığına el konulmaya çalışılarak iflas etmesine çalışıldı twetter hesabı kapatılarak sosyal medyada yoğun karalamaların ötesinde üç defa suikast girişimine muhatap olan Trump, sonunda “mağdur edebiyatı” nı iyi kullanarak yerleşik düzene karşı bayrak açtı.
Bunu iyi değerlendiren Trump kampanyası, demokrasiyi korumak, demokratik değerlere sahip ülkeyi korumak konusundan daha çok, ekonomik durum ve düzensiz göçmen sorununun etkilerinin görüldüğü günlük hayat pratiklerindeki ekmek, su, yumurta, et fiyatları gibi konular önemseniyor olmasına dayandırıldı.
Anlam kaybına uğrayan, yozlaşan ve çürümeye yüz tutan sosyal adalet, demokrasi, insan hakları, hukuk, eşitlik gibi kavramlar yerine Trump’ın “Amerika’yı daha güçlü kılma” vaadi, “kadın-erkek” üzerinden giden Kamala’nın aşırıya kaçabilen kimlik siyasetinden daha inandırıcı ve güven verici bulundu seçmen tarafından.
Kısa dönemli stratejiler ve günü birlik taktiklerle belirlenen pazarlama gündem oluşturma uygulamaları yoluyla yeni bir normal oluşturmayı yenilik olarak sunan Trump, kutuplaşmış olan seçmenin farkındalığını ve de önemsendiğini, bu fırsatı da kaybetmeme isteğini yenilikçi vaatlere yönelmesi ile göstermiştir.
Seçim zaferinde yeni medyayı iyi kullanmanın büyük etkisi var.
Kısa, anlaşılır, somut vaatler içeren mesajları gençlerin tercihinde gelecek ufku çizerek özellikle Z nesli gençlere doğrudan aktarabilme şansını iyi değerlendiren Trump’a bu konuda Musk’ın büyük bir katkısı oldu.
Geleneksellik ile günümüz ve geleceğin birlikteliğini teknoloji devi Musk'ınen çok finansal destek sağlaması yanında aktif katılımıyla kampanyada geçmişin bugüne ve geleceğe nasıl taşınabileceği net olarak aktarılabildi kitlelere.
Seçmen ile anlamlı değer alışverişi, bağlantılar yaratmak gerekir anlayışıyla seçmeni dâhil etmek, kendileriyle ilgili olmaları arzusunu yerine getirmede çok daha fazla başarılı oldu Trump kampanyası.
Kendilerini önemli, güçlü ve oyun içinde hissetmek için aktif katılım ve etkileşim sağlamak seçmeni sadece dinlemek değil aynı zamanda arzulananları önermek yolunu seçen bir strateji uyguladı Trump.
Biraz da “olumlu popülist söylem” mesajları verebilecek karşılıklı dansları gösteren Potcast’ler ve TikTok’lar ile hem de !
HesapcıTrump, iş hayatı ve siyaset dâhil hayatın her alanına bir yarış ve çatışma alanı olarak gören biri ve karşılıklı yararlara ve faydaya dayalı ilişkileri benimseyen ve siyaseti menfaat alışverişine dönüştüren ticari zihniyetli bir iş adamı anlayışına sahip.
Bu anlayış, “Kazan-Kazan” olarak da bilinen “al gülüm ver gülüm” stratejisi bireysel çıkarlar üzerinden yürüyen kazanç ve karşılıklı iletişim uygulamalarını getirdiğinden hiç şüphe yok.
Özellikle finansal desteklerin kampanyada serbest bırakılması ile Amerikan başkanlık seçimleri tam bir şirket anlayışına ve güdümüne girmiştir.
SONUÇ YERİNE…
“Tanrı, silah ve para” propagandası yapan Trumph’ınmaskülen bir tarzdaki maço söylemi siyahilerde prim yapıyor.
Daha anlaşılabilir basit anlatımlarla “Önce Amerika” pirim yapıyor.
Seçmen hem monolitik değil hem de oldukça değişken oy verme davranışı gösterebiliyor ve bunu sonuçlar her kesimden farklı gruplardan oy alabilmesi ile Trump’ın zaferi gösteriyor.
Günümüzdedüşünceler ve uygulamalar arasındaki sınırların yıkıldığı, dönüşmelerin yaşandığı net olarak görülmekte.
Afrika ve Latin kökenli bilhassa erkeklerin Trump için oy vermeleri hem yorumcuları hem de araştırmacıların, ünlü desteklerinin boşa çıktığını ve pek de etki yaratmadığını bir kez daha gösterdi.
Buna, siyaset vitrininde figür olarak yer alan özellikle eğlence sektöründeki şarkıcı ve sanatçıları da eklemek olanaklı.
Trump 2.0, Trump'ın ikinci dönemini ifade etmek için kullanılıyor teknolojinin öne çıkartıldığını göstermek için.
Amerika'yı Yeniden Büyük Yapalım" mottosuyla özdeşleşen Trump oldu. Trump'ın 2. döneminde "Amerikan kimliği" ve "Amerikan ekonomisi" ana başlıklarında kendinden beklentilere cevap verilmeye çalışılacak.
Korkular üzerinden popülizm yapılma her yerde hükmünü sürdürüyor ve Trump’ın tahmin edilemez kaprisli tavırları herkese zor günler yaşatacak beklentisi Avrupalı ve birçok ülke için “Hoş geldin Kaos” dönemi olarak adlandırılıyor.
Premodern dönemlerdeki popüler tiranların bazı özelliklerini modern dönemi demokrasilerindeki pratiklerle yoğurularak günümüz postmodern tiranların oluştuğu günler yaşıyoruz.
Her türlü eleştiri ve karşı kampanyalara karşı bunlara pek de kulak asmayan dünyanın otoriter, popülist, aşırı sağcı liderler yükselen ve güçlenen yeni sağ otoriterlik koalisyonuna ilk adımları atıyor gibi.