Mavi Kartın İki Yüzü
Küresel ekonomik kriz her yönüyle etkilerini sürdürürken, kriz sonrası yeni oluşacak yapının merkezinde yetenekli ve yaratıcı insanın yer alacağı açık biçimde görünüyor. Kriz öncesinde başlayan ve ülkelerin yeni yüzyıla nasıl bir insan sermayesi ile girmesi gerektiği konusu her ülkeyi olduğu gibi AB ülkelerini de arayış içerisine sokmuş durumda. Medyada geniş biçimiyle yer aldığı gibi, AB “yetenekli göçmen” projesine Mavi Kart adıyla hayat verdi. Mavi adını AB bayrağının renginden alan ve ABD’nin yeşil kartından esinlenerek oluşturulan proje, yetenekli işgücü ihtiyacını kapatmayı amaçlıyor. Gelecekteki yirmi yılda, yirmi milyon nitelikli işgücüne sahip olması gereken AB’nin 27 ülkesi, projeye olumsuz bazı çıkışlara rağmen genelde olumlu yaklaşıyor. Her ülkenin kendi ihtiyaçlarına göre değişebilecek olan istihdam alanlarının başında da mühendislik ve bilgisayar teknolojisinin gelmesi ise hiç de anlamsız değil.
Endüstri toplumlarından, bilgi toplumuna geçiş sancıları yaşayan AB ülkelerinde yeni bir orta sınıfın, geleneksel çalışanların oluşturduğu yapıya paralel yeni bir yapı oluşturmaya başlandığı biliniyor. Cognitariat olarak adlandırılan bu sınıf cognitive ve proletariat kelimelerinden türetilmiş ve “yaratıcı sınıf”, “bilgi işçisi” olarak tanımlanmıştır. Yaşamlarını geleneksel fiziksel işlerden değil, bilişsel işlerden kazanan insanlara verilen bu adın çağrışımı, yaşanan büyük değişim ve dönüşümü de gösteriyor.
Yeni ekonominin yarattığı yeni bir sınıf olarak yaratıcı sınıf, yaratıcı kent, yaratıcı ülke ve AB gibi yaratıcı ülkeler birliği kavramları uygulamaya geçiyor. Bu sınıfın üyeleri olan bilgi işçileri (cognitariat) için uygun kazanç, çalışma esnekliği gibi özellikler ön planda olmakta birlikte, bunların beklentilerini yönetmek geleneksel yapılarla gerçekleştirilememekte. Bu yaratıcı sınıfın üyelerini kazanmak için yeni yaklaşımlar, yeni uygulamalar gerekli. Rahatlıkla başka ülkelerde çalışabilen bu “bilgi işçileri”ni kendi ülkesine çekebilmek veya elde tutabilmek ulusal bir stratejiyi gerekli kılıyor. AB ülkelerinin Mavi Kart uygulaması bu yönüyle de incelemeyi hak ediyor.
Mavi kart uygulamaları, gelişmekte olan ülkelerin başta Çin ve Hindistan olmak üzere, “diplomalı elit”lerini hedeflemektedir. Ülkemiz de hiç şüphesiz bu oluşumdan etkilenecektir. “Maliyetine sen katlan, yararını ben alacağım” anlayışı burada geçerli bir yaklaşım olacağa benziyor.
Her ülke gibi AB ülkeleri de, ekonomik dönüşümlerindeki işgücü ve sermaye girdilerini, yaratıcı niteliklere (yetenekli insan sermayesi ve teknoloji-bilgi sermayesi) olanlara doğru dönüştürmenin gayreti içinde. Yetenekli/yeteneksiz çalışan oranı, yetenekli bilgi işçisi lehine dönüştürmenin bir uygulaması olarak Mavi Kart çok daha fazla önem kazanıyor. Özellikle, Mavi Kart uygulaması içindeki bir konu bu açıdan büyük bir önem kazanıyor.
Yüksek lisans derecesinin bir Avrupa ya da dengi olan bir üniversiteden alan ve en az üç yıl profesyonel deneyim sahibi olan otomatik olarak Mavi Kart almaya hak kazanıyor. Buna, “Mavi Diploma” denebilir.Bilgi elitlerini kendine çekmeye çalışan yaşlı AB, yüksek öğretim stratejilerimize özenle yeniden bakmamızı bize şart koşuyor.
ÜLKEMİZ AÇISINDAN
Bu durumun ülkemizi ilgilendiren kısmı birbirini bütünleyen iki yarım küreden oluşuyor.
Birincisi:
Yeni oluşacak dünyada etkin bir rol almak için nasıl bir insan gücü yetiştirmek gerekiyor, bu amaçla izlenecek yüksek öğretim politikası neleri içermeli ?
Bu genel nitelikteki sorular birbirini izleyen çok sayıda soruyu da beraberinde getirecek ve bunlara akılcı yorumlar aramak kaçınılmaz olacaktır. Bu aşamada yükseköğretim görevlilerine düşen, kendimize ayna tutmaktır. Aynada göreceklerimiz bizi ilk aşamada mutlu etmese de, zaman içerisinde bu sorulara yanıt verebilecek özelliklerle donanabilmemiz olanaklı ancak, bu zamanın da fazla olmadığı kesin… Dünyada çeşitli araştırma ve yayınlarda sözü geçen “Dijital Yerli”-“Dijital Göçmen” ayrımı bizim eğitim sistemimizde de en önemli sorun. Her türlü dijital etkinliği rahatlıkla gerçekleştiren bir öğrenci kitlesine karşı, dijital yaşama ve onun getirilerine yabancı hatta, yer yer karşı bir eğitici kitlesine sahibiz.
İkinci grup soruları içinde ise temel soru şu olmalıdır:
Ülkemizin iş hayatının bu tür insan sermayesine ihtiyacının düzeyi nedir? Ve bundan tam bir sinerjiyi yaratacak yapıya sahip midir?
Bu soruda ise, ortaya çıkacak ürünün yurt dışına değil de yurt içine yarayacak şekilde nasıl örgütleneceği önem kazanmaktadır. Yükseköğretim görevlileri birinci yarımküredeki aşamada zor bir dönem geçireceklerse, kazancın da ülkeye kalması gerekmektedir.
Her iki gruptaki sorulara verilebilecek yanıtlar, gerçekçi ve uygulanabilir stratejileri zorunlu kılıyor. Bu yeni dönemde Üniversite-Hükümet-İş dünyasının işbirliğine ve stratejik yaklaşımına her dönemden daha fazla ihtiyacımız var. Hem kendimizi yetiştirip geleceğin bilgi işçilerini yetiştireceğiz, hem de onlara sahip çıkacağız. Yoksa nitelikli bilgi işçilerimizi, altın tepsi içerisinde başka ülkelere Yeşil Kart, Mavi Kart gibi uygulamalarla sunacağız. Acilen, önlemler almamız gerekiyor.