Prof.Dr.Hasan ÜNAL

Prof.Dr.Hasan ÜNAL

Mail: h.unal1959@gmail.com

Ukrayna’da tırmanma: Adım adım nükleer savaşa mı?

Ukrayna’da tırmanma: Adım adım nükleer savaşa mı?

Batı dünyası Ukrayna savaşında tehlikeli bir adım daha atmış görünüyor. Buna göre Kolektif Batı’nın Ukrayna’ya sağladığı göreceli uzun menzilli füzelerle Kiev yönetiminin Rusya topraklarındaki hedefleri vurmasına izin verilmiş durumda. Ukrayna, kendisine sağlanan bu silah sistemleri ile Rusya’da ulaşabileceği hedefleri artık vurabilecek. Aslında son haftalarda birkaç hedefe saldırı düzenlemişti bile. Özellikle Rusya’nın nükleer füzelerle ilgili erken uyarı sistemine yönelik SİHA saldırısı epeyce haber ve yoruma da sebep olmuş ve bu tür eylemlerin Rusya’dan ne karşılık göreceği konuları epeyce tartışılmıştı.

Bu haberleri iki açıdan ele almak gerekiyor. Birincisi, savaşın başından bu yana Batı dünyasının kendi koyduğu kırmızı çizgileri birer birer aşıyor olması, diğeri ise bu çabaların savaşın gidişatı üzerinde ne tür etkiler yaptığı veya yapabileceği… Savaşın başlangıcında Ukrayna’ya F-16 verilmesi adeta bir tabu gibiydi. Batılı liderler böyle bir şeyin olmayacağını/olmaması gerektiğini tekrarlayıp durmuşlardı. Oysa zaman içinde F-16 verilmesinin ötesine geçildi. Şimdilerde özellikle ATACMS füzelerinin sadece Ukrayna toprakları içerisindeki Rus (veya çoğu zaman sivil hedeflere) kuvvetlerine karşı kullanılması değil bu füzelerle Rusya toprakları içerisindeki noktaların vurulması söz konusu. Üstelik Ukrayna buna zaten başlamış durumda. Demek ki, Batı dünyası tıpkı ekonomik yaptırımlar alanında olduğu gibi askerî açıdan da Rusya’yı başlangıçta epeyce hafife almış. Adeta kendi ürettiği propagandanın etkisiyle hareket etmiş gibi görünüyor.

İkinci mesele ise bu çabaların alandaki savaşı ne kadar etkileyeceği… Hatta etkileyip etkilemeyeceği… Çünkü Kolektif Batı açısından bakıldığında Ukrayna’daki savaş kaybedilmiş durumda. Savaşın başlangıcında ortaya konulan abartılı hedeflerin tutmayacağı zaten belliydi. Donbass bölgesinde silahlı çatışmalarla Ukrayna kontrolünden çıkan/çıkarılan iki ‘cumhuriyetin’ etkili ve fiili olarak tekrar Ukrayna egemenliği altına alınması ve Kırım’ın Kiev tarafından ‘fethedilmesi’ savaşın amacı olarak gerek Ukrayna gerekse Kolektif Batı tarafından sürekli dile getirildi. Ukrayna topraklarından süklüm püklüm geri atılacak bir Rusya’da başla(tıl)ması muhtemel toplumsal kargaşa sonucu yönetim devrilecek, Putin savaş suçlusu olarak Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM)’nde yargılanacaktı. Hatta Rusya’nın ufalanarak parçalanması ve sınırsız kaynaklarına büyük ölçüde el konulması da bu hayallerin parçasıydı; ama olmadı ve kuvvetle muhtemelen de olmayacak.

SAVAŞI RUSYA FİİLEN KAZANMIŞ DURUMDA AMA..

Savaşı Rusya fiilen kazandı. Ekonomik olarak da çökmedi. Tam tersine yaptırım uygulayanlar özellikle de Avrupa ülkeleri bundan dolayı ciddi ekonomik zorluklarla karşı karşıyalar. Normal şartlarda böyle bir durumda diplomasinin çoktan devreye girip ateşkesle birlikte kapsamlı bir uzlaşı oluşturmaya çalışması beklenirdi. Minsk Anlaşmalarının (2004 ve 2005) uygulamaya konulması veya savaşın başlamasından sadece iki ay sonra yani 2022 yılının Nisan ayında İstanbul’da parafe edilen anlaşmaya benzer bir metnin ortaya çıkarılması için harıl harıl çalışılıyor olması gerekirdi. Küba Füzeler Krizi (Ekim 1962) patlak verdiği andan itibaren perde arkası diplomasi devrede olmuş; bir yanda ABD Başkanı John F. Kennedy öbür yanda Sovyet lideri Huruşçev, diğer yanda da dışişleri bakanları ve Kennedy’nin adalet bakanı olan kardeşinin Vaşington’daki Amerikan büyükelçisi Zinovyev ile yürüttüğü diplomatik girişimler sonucu kriz birkaç haftada uzlaşma ile sonlandırılmıştı.

Yani taraflardan birisi iradesini diğerine dikte etmemiş/edememişti. Üstelik 1962 yılı itibariyle nükleer silahlarda Amerika’nın Sovyetler Birliği’ne karşı bire üç oranında ezici bir üstünlüğü bulunuyordu kriz sırasında. Şimdi Rusya’nın Kolektif Batı’ya (ABD, İngiltere ve Fransa) karşı gerek toplam nükleer başlık sayısı gerek bu nükleer başlıkların tahrip gücü gerekse fırlatma sistemleri itibariyle ciddi bir üstünlüğü olmasına rağmen Amerika ve müttefikleri savaşın başından beri müzakere kapısını kapatmış durumdalar. Rusya bütün Ukrayna topraklarından çıkarılıp, Kırım da Kiev’in etkili egemenliğine girinceye kadar savaşa devam… Devamında neler olacağını/isteneceğini UCM’nin Putin’le ilgili tutuklama kararı ve Batılı özellikle de Doğu Avrupalı düşünce kuruluşlarının ve resmi yetkililerinin Rusya’yı parçalara ayırma açıklamalarında görmek mümkün.

TIRMANDIRMA NEREYE KADAR?

Kısaca ifade etmek gerekirse, Kolektif Batı Rusya ile müzakere etmeyi veya Ukrayna’nın müzakere etmesini tek kutuplu dünya düzeninin yıkılmasının tescili olarak görüyor. Savaşın başında ilan ettiği abartılı hedefler de müzakereye engel. Örneğin Rusya tarafı savaş başlamadan önce ve başladıktan sonra Özel Askeri Operasyon adını verdikleri bu savaşa neden mecbur kaldıklarını defalarca ve uzun uzun anlatmasına rağmen hiçbir zaman harekatın nerede duracağını yetkili ağızlardan kamuoyuna açıklamadı. Böylece bir müzakere masasına oturulduğu zaman -ki, buna hazır olduğunu sürekli vurguladı.- hayati konular dışında nasıl pazarlık edebileceğini veya edemeyeceğini açık etmedi. Buna karşılık Batılı yetkililer ve Batı medyası kendi kamuoylarını Ukrayna’ya yapılacak yardıma ikna edebilmek için Rusya’nın kısa sürede ekonomik olarak çökeceğini ve askeri olarak zaten iyi performans göstermediğini iddia ettiği Rus kuvvetlerinin perişan edileceğini geveleyip durdular.

Bu durum Batı dünyasını, en azından mevcut yönetimler açısından, Ukrayna’da Rusya’nın zaferini kabul etmeye psikolojik olarak çok uzak hale getirdi. Bu da Ukrayna’nın geçen yıl Batı medyasında çok anlatılan karşı taarruzunun istenilen sonucu vermemesi gibi veya Ukrayna ordusunda çökme ve dağılma belirtilerinin arttığı her durumda tırmandırma siyasetini beraberinde getiriyor. Ukrayna liderliği ‘siz bize para ve silah verin, biz savaşır hallederiz’ demeyi sürdürdükçe bu politikaya devam ediliyor; ancak, bu tırmandırma politikasının nereye kadar devam ettirilebileceği belli değil. Öte yandan Rusya’nın bunlara nasıl karşılıklar verebileceği de ayrıca ele alınması gereken bir mesele.

Örneğin, Ukrayna Batılı silah sistemleriyle Rusya içindeki hedefleri vururken bunları tamamen Ukrayna silahlı kuvvetleri mi kullanacak yoksa Batılı ülkelerin danışman vd. sıfatlarla orada bulundurdukları personeli mi? Bunların sahada savaşın gidişatını değiştirmesi ihtimalinin çok düşük olduğu gerçeğinden hareketle bir sonraki aşamada Batılı güçler Ukrayna’ya kendi personelini yerleştirip onlarla Rusya’yı hedef alan saldırılar düzenlerler mi?

Ukrayna savaşının başında adeta tabu gibi düşünülen bütün kırmızı çizgiler Kolektif Batı tarafından aşıldığı için bu sorular da oldukça yerinde. Ve en can alıcı soru: Batı dünyasının bütün bu girişimlerine karşı gayet soğukkanlı cevaplar vermeye çalışan Rusya hangi noktada nükleer silahların tetiğine basabilir? Çünkü Moskova, kendi üzerine konvansiyonel silahlarla ve tırmandırma siyasetiyle gelinmesi halinde taktik nükleer silahlarla karşılık vereceğini (verebileceğini değil) defalarca açıkladı ve bunu da savaşı kaybetmeyi kabullenmesinin mümkün olamayacağı değerlendirmesiyle izah etti. Savaşı kaybeden Rusya’nın başına gelecekler açıkça ortada olduğuna göre Moskova’nın böyle bir senaryoyu ihtimaller arasında değerlendirmesi zaten söz konusu olamaz.

Savaş çığırtkanlığı yapan Avrupalı liderlerin Ukrayna savaşı kaybedildiği takdirde Putin’in fütühat politikasına hız vererek Baltıklardan başlayıp ilk etapta Polonya ve Romanya’nın bulunduğu coğrafyayı işgal edeceğini söylemeleri konuları yakından takip edenler açısından Türkiye’deki kahvehane konuşmalarının bile gerisinde; ancak, bu korkuyu NATO Genel Sekreteri ve Avrupa Birliği liderlerinin/yetkililerinin yaymaya çalışması oldukça ilginç. Bunun bir tarafında bu ülkelerin halklarını silah almaya ikna ederek Amerikan şirketlerini mutlu etmek olduğu kesin; fakat, başta Orban olmak üzere daha aklı başında liderlerin Avrupa’nın savaşa hazırlandığını söyleyerek Macaristan’ı her ne olursa olsun böyle bir felaketin dışında tutacağını ısrarla vurgulaması oldukça önemli. Benzeri açıklamaları öldürülmek istenen Slovakya Başbakanı Fico da defalarca söyledi ve Gürcistan’da STK’ların yabancı fonlardan beslenmesini kayıt altına almaya çalışan Başbakan Irakli Kobahidze de ülkesini Rusya’ya karşı ikinci cephe olarak kullanmak istediklerini ve STK’ların bu amaçla kullanıldığını en açık biçimde ve defalarca belirtti.

Trump’ın seçilmesi ve şimdi söylediklerini ABD politikaları haline getirerek uygulamaya koyması halinde kökten değişmesi muhtemel bu tehlikeli girişimler onun gelişinden önce Rusya’yı taktik nükleer silah kullanmaya zorlama amacıyla yapılıyor olabilir mi? Veya Rusya’nın hiçbir halükârda nükleer silaha başvur(a)mayacağı varsayımından hareket ediliyor olunabilir mi? Artık, hiçbir komplo senaryosuna hayır diyebilecek durumda olmadığımızın altını çizmek gerekir. ABD Derin Devleti, Trump’ın gel(e)memesi için elinden geleni yaparken Trump da açık açık adını vererek bu Derin Devleti yok edeceğini söylemeyi sürdürüyor; ancak bazı şeylerin şakası olmadığı/olmayacağı çok açık. Bunların başında da nükleer silahlar geliyor olsa gerektir.